İnsan; doğar, yaşar, büyür ve ölür. Evet klişe bir giriş oldu fakat ‘İnsan ne için yaşar?’ sorusunun cevabını bu günlerde daha çok sorgular olduk. Sağlığımızın en değerli nimet olduğunu ancak tüketim çılgınlığıyla birlikte değişen düzeniyle ne için yaşar olduğumuzu da unuttuk. #evdekal çağrılarıyla birlikte sevdiklerimizden uzak kalsak da en yakınlarımızla birlikte daha çok vakit geçirip belki de onları daha iyi tanır olduk.
İnsan ne için yaşar hiç düşündük mü? Peki biz ne için yaşıyoruz ? Mal, mülk servet sahibi olmak için mi ? Yoksa mutlu olmak için mi ? Mutluluk hayal ettiklerinizin ne kadar gerçek olacağıyla ilgiliyse bizi en çok ne mutlu ediyor hiç düşündük mü?
Toplumlarda kadınlara ve erkeklere yüklenen görevler aslında yaşama amacımızı belirliyor. Erkek veya kadının yapacağı işler yani görev paylaşımı, üstlendiği sorumluklar hayattaki amacımızı en iyi şekilde özetliyor. Doğduğumuz ilk saniyeden itibaren toplumsal cinsiyetin belirlemiş olduğu kalıplarda hayatımız şekillenmeye başlıyor. Erkek çocuğuna mavi, kız çocuğuna ise pembe tulum giydiriliyor. Daha doğduğu ilk andan itibaren aslında bir kalıba sokularak hayatı boyunca maruz kalacağı toplumsal baskıdan habersiz dünyaya geliyor.
Tüm dünyada kadınların iş hayatına girmesiyle birlikte toplumsal cinsiyet kavramı da değişime uğradı. Kadın dediğimizde özdeşleştirdiğimiz ev hanımı figürü artık yavaş yavaş etkisini yitiriyor. Ev hanımlığı hiçbir zaman meslek olarak kabul edilmedi veya görülmedi. Oysa ki evde kaldığımız bu süreçte evin işlerinin ne kadar fazla olduğunu, yıllardır; annelerimizin, kadınlarımızın yapmış olduğu işleri daha yakından tanır olduk. Yemek, temizlik, ütü, bulaşık, çamaşır tabi bir de çocuk bakmak ve uzayıp giden kadınlara yüklediğimiz görevler zinciri… Peki düşündük mü bunlar gerçekten sadece kadınların görevi mi?
Kadınların iş hayatına girişi ile birlikte bir çok şey değişti; ancak kadınlara yüklediğimiz görevler tam anlamıyla değişmedi. Bir iş yerinde çalışan kadınların sorumluğu da bu şekilde daha çok artmış oldu. İpin ucundan artık erkeklerde tutmaya başladı elbette ancak hala zihnimizde kodladığımız, kadınlara yüklediğimiz görevler pek de değişmedi aslında. Her konuda eşitlikten bahsederken annelerimiz, kardeşlerimiz, teyzelerimiz, eşlerimizin yani en yakınlarımız olan kadınlara karşı en basit konularda bile neden eşit bir olamıyoruz hiç düşündük mü?
Annelerimize vereceğimiz en güzel hediye ne bir çiçek ne de pahalı bir hediye olacaktır. Onların bizlerden beklediği sadece bir tebessüm ve güler yüz olsa da onlara vereceğimiz en güzel hediye; toplumsal cinsiyet kavramının dayatmış olduğu görev paylaşımının içindeki düzeni değiştirerek, onların omuzlarına yüklediğimiz bu yüke ortak olmak olacaktır.
Sağlığın, sevginin, kadınlarımızın ve annelerimizin değerini kaybetmeden bilmek onlara verilecek en güzel hediye olacaktır. Anneler Gününüz Kutlu Olsun.