AYASOFYA NEDEN ÖNEMLİ?

 Yazı uzun ama zevkle okuyacağınızı düşünüyorum. Konu Ayasofya olunca kısa tutamadım. Neyse girelim mevzuya..
 
​Haiga Sophia(kutsal bilgelik) M.S. 532-537 yıllarında inşa edilmiştir. Kutsallığı isminden geldiği kadar pek çok saldırı, yıkım ve yangına rağmen ayakta kalmasına dayandırılır. İmparator Justinyanus 3. ve son defa gördüğümüz halini yaptırmıştır. Bunlar Romalı, Doğu Romalı, Bizanslı(hepsi aynı anlama geliyor) yani bizim Rum dediğimiz insanlar. Rum tarifi Roma’dan gelmekte. Ortadoks inancın merkezinin İstanbul olmasından dolayı çıkıyor kavga. Rusların ilgisi de bundan. Bizans’ın kurucusu ve aslen Roma’lı olan 1. Konstantin’in annesi(ismi Helena) Kudüs gezisinde etkilendiği maddeler dolayısıyla oğluna kilise yapma isteğini belirtmiş. Aynı zamanda hristiyanlık adına ne varsa Kudüs’ten alıp İstanbul’a taşımıştır. Elbetteki bu kutsal emanetler yapılacak olan Ayasofya’da muhafaza edilmiştir. Torunu da M.S.360’da Artemis tapınağının üzerine ahşap çatılı, taş duvarlı olarak inşa ettirmiş. Romalıların Hristiyanlığın kabulünden önce inşa ettirdiği Artemis tapınağını, pagan ana tanrıça tapınağının üstüne yapıldığı bilinir. İkinci kilise 415 yılında 2. Teodusus tarafından benzer şekilde büyütülerek yapılmış. Her iki yapı da çıkan ayaklanmalarda yakılıp yakılmıştır. Halk ayaklanmalarında toplanma Ayasofya önündeki geniş meydanda olması bunun nedenidir. Justinyanus 537 yılında son hali inşaatını bitirdikten sonra seni geçtim Süleyman diyerek bugün Mescid-i Aksanın bulunulduğu yerdeki tapınağa gönderme yapmıştır. Kutsallığını üzerine yapıldığı kayadan alan Kudüs’teki Süleyman Tapınağının tamamen yıkılıp yerine Jüpiter tapınağının yapılması da ilginçtir. Romalılar 132 yılında bu tapınağı yaptırdığında hala hristiyan olmamışlardı. 637 yılında Hz. Ömer Kudüs fethinden sonra ilk kıblemize Mescid yaptırmıştı. Tabi Jüpiter tapınağının üstüne.. Romalılar birkaç kez isyan eden Yahudi toplumuna ceza vermek için süleyman tapınağında taş taşın üstünde bırakmayıp oraya Jüpiter taoınağı yaptırmışlardı.
 
​‘Seni geçtim Süleyman’ tarihe yapılmış bir başkaldırıydı. İmparator Justinyanus meşhur Nika ayaklanmasını bastırdıktan sonra(30 bin kişiyi öldürülerek) yıkılıp yakılan Ayasofya’yı günümüz görünüşüne kavuşturduğunda söylemişti ünlü sözü. Bu aynı zamanda M.S. 330 yılında İstanbul olarak değiştirilen başkent Roma’ya karşı hristiyanlığın merkezi de benim meydan okuması idi.. O tarihe kadar en kutsal mabed Süleyman Tapınağı idi. Ayasofya bu kutsallığı yapının ihtişamı ve üstüne yapıldığı kutsal kaya neticesinde devralmıştır. Aynı kutsal kayaya Süleyman Tapınağında da rastlanır. Pagan geleceğidir kutsal kayalara tapınak yapmak. Tabi o yıllarda Roma’nın pagan geleneklerden kurtulduğunu söylemek yanlış olacaktır. Aksine pagan geleneklerinin hristiyanlığa Roma’lı krallar tarafından nüfuz ettirildiğini biliriz. Hristiyanlığın temel inancı Baba-oğul-kutsal ruh üçlemesini Mısır mitolojisindeki Osiris-Horus-İsis üçlemesi ile özdeşleştirebiliriz mesela. Yasama, yürütme, yargı üçlemesi de bununla ilişkilidir ama şimdi girmeyelim bu konuya..
 
​Ayasofya yerel mimarlar (Aydın ve Milet’li) tarafından yapılmıştır. Pagan geleneklerini terk etmemiş veya hala pagan olan bu mimarlar yaptıkları eserlere pagan sembollerini yerleştirmiştir. Ayasofya da bundan nasibini fazlasıyla almıştır. Daha imparator kapısında pagan sembollerine rastlanır. Bu semboller Roma Paganizminin izleridir. Bunlardan biri dünyayı tasvir eden kürenin imparatora takdim edildiği mozaiktir. Gabriel(Cebrail) dünyayı imparatora sunmaktadır. Yani Ayasofya’nın sahibi aslında dünyanın da sahibidir demek istemektedir. Bir başka pagan sembolü Svastika’dır(gamalı haç). Anadolu ve Mezopotamya’da Ayasofya’da kullanıldığı gibi iyi talih ve barış amaçlı kullanılmıştır. Alman arkeolog Schliemann 1800’lü yıllarda Troya kazılarında bu sembolün Aryan(üstün ırk) sembolü olduğunu bulması tüm Avrupa’da sansasyon yaratmış, daha sonra naziler üstün ırkı sembolize eden Svastika’yı seçmiştir. Daha bir çok pagan sembollerini içeren Ayasofya’daki bu şekiller zaten pagan geleneklerinden kopamamış devrin insanlarını pek de rahatsız etmemiştir.
 
​Hristiyanlar için kutsal olan Ayasofya ilk zamanlardan beri Müslümanlar için de kutsiyet kazanmıştır. Hz. Muhammed(S.A.V.) 571 yılında doğduğunda Ayasofya’nın kubbesinin yıkılmıştır ve bir türlü de tamir edilememiştir. Rivayet edilir ki; Bunun üzerine Hızır rahiplere görünüp ahir zamanın peygamberinin tükürüğünü zemzem suyu ile karıştırıp ile harç yapmalarını tavsiye eder. Peygamberimiz(S.A.V.) tükürüğünü ‘ümmetime nasip olsun’ diyerek verir. Yine başka bir rivayet, Hz. Cebrail’in Peygamberimize(S.A.V.) Ayasofya’yı övdüğü ve kutsiyetinden bahsettiği söylenir.
 
M.S. 451 yılında o zamanki adıyla Konstantinopolis ile Roma eş imtiyazlara sahip olmuştur. 595 yılında başlayan ayrışma 1054 yılında kiliselerin birbirini aforoz etmesi ile sonuçlanmıştır. Artık nasıl Vatikan ve San Pietro kilisesi Roma’nın sembolü ise Ayasofya da İstanbul’un simgesi olmuştur. Bu ayrışma 1204 yılında zirveye çıkmıştır. Kudüs’ü tekrar fethetmek için 1202 yılında Papa tarafından oluşturulan 4. Haçlı ordusu enedikliler ve Tapınakçı Şövalyeler oyunu ile İstanbul’u fethetmiş ve 60 yıl boyunca İstanbul’u yakıp yıkmışlardır. Tapınakçılar aslında Süleyman Mabedinde aramaya başladıkları kutsal emanetlerin peşindeydiler. Haçlılara göre Bizanslılar da Müslümanlar gibi öldürülmeyi hak ediyordu. Katolik askerler İstanbul’u yağmalayıp katliam yaparlarken Ayasofya’ya ilk girdiklerinde de Ortadoks rahipleri öldürmüş, rahibelere günlerce tecavüz etmişlerdir. Bu işgal sonucunda kent ve Ayasofya yağmalanarak önemli tarihi eserler, katır yükleriyle altın ve gümüş Avrupa’ya kaçırılmıştır ve çoğunun izi ne yazık ki sürülememiştir. Kiliselerden çalınan eserler arasında, 24 incil, 36 buhurdanlık, 300 şamdan, 6000 ayaklı şamdan, 300 tören elbisesiyle birlikte 5 haç, 2 altın, 3 kristal, 250 gümüş şamdan ve 4 meşale yer aldığı kaydedilmektedir. Ortadoks kilisesi Ayasofya katoliklerin bazen ahıra çevirdiği, bazen ahlaksız eğlencelerle fuhuş yuvasına çevirdiği yıpranmış bir yapı idi artık. 1261’da 8. Mihail latin krallığını ortadan kaldırsa da ne Ayasofya, ne de İstanbul eski ihtişamını koruyabildi.
 
Fatih Sultan Mehmed Han İstanbul’u fethettikten sonra gerek Ayasofya’yı, gerekse İstanbul’u hakettiği mertebeye tekrar kavuşturmuştur. Kente girildikten sonra üçüncü gün olan Cuma günü Fatih, Ayasofya’ya gelerek ilk Cuma namazını askerleriyle burada kılmıştır. Artık burası sultanların ‘Büyük Cami’si (Cami-i Kebir) olacaktır. Çeşitli kaynaklara göre Fatih, cuma namazı için mimar ve ustalara mihrap ve minber yaptırmıştır. Aynı zamanda vakıf kurarak ayasofyanın bakım, onarım ve masraflarını karşılaya gelmiştir. Bazılarının iddia ettiği gibi Fatih Ayasofya’ya zarar vermemiştir. Namaz kılarken görülebilecek boy hizasındaki mozaikler beyaz boya ile boşanmış, dini içerikli heykeller kaldırılmıştır. Bunun dışındaki yerlere dokunulmamış hatta Katolik Haçlıların harabe haline getirdiği pek çok yeri onarılmıştır. Devlet erkanının toplantı yeri olmasının dışında islamiyetin kutsal gün ve gecelerinin merkezi artık Ayasofya olmuştu. En ihtişamlısı da Kadir gecesiydi ki hazırlıklar günler öncesinden başlar, geceye büyükelçiler davet edilirdi. Sonraki padişahlar da Ayasofya’ya her zaman nezaket içinde davranmış, onu onarmak ve süslemek için itina göstermişlerdir. Ayrıca kubbesinin ağırlığına dayanamayan duvarlara 1573-1574 yıllarında payandalar koyan Mimar Sinan yapının günümüze ulaşmasını sağlamıştır. Bir çok mozaiği badana ilk kaplatan I. Mahmut’tur. Fossati restorasyonu sırasında I. Abdülmecid’in itirazlarına rağmen mozaik ve gravürlere asıl zararın verildiği bilinir. Dört sene süren restorasyon Ayasofya’yı tekrar ayağa kaldırırken içindeki tarihi güzelliklere Zara verildiği söylenir. Kimbilir belki de Fossati kalemle onardığı mozaikleri ve başka güzellikleri çalmıştır? Ayrıca haçlı yıkımında ön sıralardaki komutanlardan Dandolo’nun mezar taşını Ayasofya’ya kazıyan da bu mimar.
 
Rumlar yıllarca barış içinde yaşasalar da hep ihtişamlı Bizans hatırası’na hep özlem duymuşlardır. İstanbuldaki Rumlar XI. Konstantin’in bilinmez mezarınan kaldırılıp elinde haçla Ayasofya’ya götürecek meleği beklemeye başlamışlar artık Ayasofya bu megali ideanın sembolü olmuştur, dolayısıyla İstanbul’un alınmasının. Ayrıca pek çok ezoterik örgütün(kabalistler, sabetaycılar, doğunun biraderleri, tapınakçılar…) bazen kurulma yeri bazen de toplanma yeri İstanbul olmuştur. Ayasofya ve değişik mabedler bu örgütlerin sık sık kullandığı adres idi. Bazılarının yakın geçmişe kadar kullandığı, bazılarının da hala terk etmediği İstanbul’dan vazgeçmeleri elbette düşünülemez
 
1934 yılında müzeye çevrilen Ayasofya’nın vakfı da o yılda lağvedilmiştir. Müzeye çevrilmesi Whittemore restorasyonu ile alakalıdır ancak geçen pazarlıklar karanlıktadır. Aynı dönemde kiliseden çevirme Kariye Cami’sinin de onarıldıktan sonra müzeye çevrilmesi bu düşünceyi desteklemektedir. Whittemore her iki camide İslamiyetle ilgili ne varsa söktürmüş hatta Kazasker Mustafa İzzet Efendi’nin kubbe etrafındaki 4 büyük levhayı Cami dışına çıkaramayınca bir köşede çürümeye mahkum etmiştir. Yine 1934’te Osmanlının Cami etrafına yaptırdığı bir çok eserle beraber medreseler yıktırılmıştır.  Daha sonra Ezan okunması, kısmen ibadete açılması gibi çalışmalar olmuş, nihayet 10 Temmuz 2020’de tekrar  Camii’ye çevrilmiştir.
 
Tarihin akışına bakılacak olursa fethedilen yerlerdeki pagan tapınaklarının kiliseye çevrildiğini, camilerin kiliseye çevrildiğini pek çok noktada görürüz. Merkezi İstanbul olan Ortodoks Hristiyanlığın en büyük kilisesi olması ve Latin Krallığı döneminde Katolik katedrali olması da göz ardı edilmemeli. Ortadoks ve Katolik dünyanın Ayasofya dolayısıyla istanbul hayali hiç kaybolmamıştır. Bundan dolayı İstanbul’u temsil eder Ayasofya. Ayasofya üzerindeki egemenlik isteği aslında İstanbul’a egemen olmaktır. Ayasofya’nın cami olmaması, müze olması hatta kilise olma istekleri hristiyan ülkelerin İstanbul üzerindeki emelleriyle doğru orantılıdır. Onun için Ayasofya üzerine söylemleri İstanbul ile örtüştürmek doğru olacaktır.