"Bana ve ana-babana şükret"

ÇOCUKLARIN TERBİYE VE KORUNMALARI ÜZERİNE... 

Ana baba,  ailenin temeli ve en önemli iki unsurudur. Allah'ın insanlardan korunmasını istediği hususlardan biri de, neslin devamıdır. Neslin devamını Allah (CC.), canlıların kabiliyet ve yapılarına göre belli kanunlara bağlamıştır. Neslini devam ettirebilmek için en büyük zorluklarla karşılaşan canlı da insanoğludur. İnsan, canlıların en güçlüsü olmasına rağmen, doğduğu anda en zayıf olanların başında gelir. Bazı hayvan yavruları doğumdan hemen sonra, bir kısmı da kısa bir zaman sonra ayağa kalkabildiği, ihtiyaçlarını gidermeye başlayabildiği hâlde insanoğlu ancak, doğumundan yıllar sonra bu seviyeye gelebilir. Neslin devam edebilmesi için bütün bu zorlukları çeken ana babalardır. Anne, yavrusunu dokuz ay karnında taşır, hamilelik süresince pek çok güçlükle karşılaşır, hayatî tehlikeleri de göze alarak çocuğunu doğurur. Hiç bir şeye gücü yetmeyen bebeğini büyütmek için, uykusundan, istirahatinden, sıhhatinden feragat eder. Nitekim Cenabı hak şöyle buyurur:

"Biz, insana, ana-babasına iyilikte bulunmayı tavsiye ettik. Özellikle de anasını tavsiye ederiz ki, o, kat kat zaafa düşerek ona hamile kalmış, emzirmesi de tam iki sene sürmüştür. Bana ve ana-babana şükret."(Lokman,14)
Aile ve çocuğun ihtiyaçlarını temin etmek için baba yılmadan, usanmadan çalışır, yemez yedirir, giymez giydirir. Çocuğun bir yeri ağrısa, onlar daha fazla rahatsız olurlar. Çocuklarının rahatını kendi rahatlarına tercih ederler. Bu zahmetli meşgale, değişik safha ve şekillerde olmak üzere yirmi otuz yıl devam eder. Hatta ana-babanın çocuğuna gösterdikleri ilgi hayat boyu sürer gider. Ana ve baba evladından saygı bekliyorsa şunları göz ardı etmeyecek:
Allahü Teâlâ, kendisinden göz aydınlığı olacak eş ve çocuklar istememiz mevzu-unda bize şöyle bir dua talim ediyor ve buyuruyor ki:“Bize, eşlerimizden ve çocuklarımızdan gözümüzün aydınlığı olacak insanlar ihsan et. Bizi takva ehline önder yap!”(Furkan, 74)
Bu dünyada mutluluk takva ehlinden olabilmektir; şeref ise takva ehline önder olabilecek bir kalbî kıvama ermektedir. Kur’an’ı kerime baktığımızda Zekeriya (As.)’ın Allah’tan temiz bir soy ve hayırlı evlat talebinde bulunduğu ve Hak Teâlâ’nın kendisini Yahya(As) ile müjdelediği anlatılmaktadır.(Al-i İmran,38-39; Meryem,7-11).
İbrahim (A.s.) önce “gulâm-ı âlim” (bilgin bir çocuk) sıfatıyla İshak (As.) ile müjdelenmiş (Hicr, 52-53) bir başka seferinde de “gulâm-ı halim”(yumuşak huylu bir çocuk) sıfatıyla İsmail (As) ile müjdelenmiştir. (Saffat,99-101). 
İbrahim, (As)hayırlı evlat nimetine mahzar olmasının ardından: “Kocamış iken bana İsmail ve İshak’ı veren Allah’a hamdolsun. Doğrusu Rabbim, duaları işitendir. Rabbim beni ve çocuklarımı namaz kılanlardan eyle. Rabbimiz dualarımızı kabul buyur.” (İbrahim,37-40) diye iltica etti. Böylece zürriyetinin devamı olan çocuklarının kulluk bilincinde; Rablerini tanıyan mümin kişiler ve hayırlı evlat olmasını diledi.
İbrahim(As)ve İsmail (As)mın müşterek olarak yaptıkları duada  da aynı motifler dikkat çekmektedir“Rabbimiz, ikimizi de sana teslim olanlardan kıl. Soyumuzdan sana teslim olan bir ümmet yetiştir.” (Bakara,128)


İnsanoğlu kendisinden beklenen beklentileri ancak yaşı kırka varıp kemale erince fark etmeye başlıyor. Nitekim Kur’an’ı kerim bu çağa gelen insanoğlunun bu gerçeği şöyle dile getirdiğini ifade buyurmaktadır: “Rabbim, bana ve Anne babama verdiğin nimete şükretmemi, hoşnut olacağın yararlı işler yapmamı sağla. Bana verdiğin gibi soyuma da salâh ver. Doğrusu sana yöneldim.”(Ahkaf,15)


Kur’an’da mal ve evlat için fitne, ziynet ve adüv (düşman) manalarına birtakım özellikler sayılmıştır.  İncelendiğinde bu ayetlere göre evlat, Allah’ın geçici dünya hayatı için verdiği bir ziynettir. Nitekim Kehf (46)suresinde “Mal ve evlâdın dünya hayatının ziyneti” olduğu belirtildiği gibi Al-i İmran (14)suresinde “eş ve oğul sevgisiyle altın ve gümüş gibi  dünyalıkların insan için ziynetlendirildiği” anlatılmaktadır.
Kur’an’ı kerime göre mal ve evlat, insanı kulluktan alıkoymadığı müddetçe dünya hayatının ziyneti olmaya devam eder. Allahü  Teâlâ “Ey iman edenler, mallarınız ve evlatlarınız sizi Allah’ın zikrinden alıkoymasın.”(Münafikun,9)


Ancak mal ve evlat  aynı zamanda imtihan vesilesi anlamı taşıyan fitne özelliğine de sahiptir. Nitekim: “Bilesiniz ki, mallarınız ve evlatlarınız fitneden ibarettir.”(Enfal,28) buyurulur.     


Başka bir ayette ise önce eş ve çocuklar içinden insana “düşman” olanların bulunduğuna  işaret edilmekte; sonra, mal ve evlâdın imtihan vesilesi bir fitne oluşuna atıfta bulunulmaktadır (Tegabün,14-15)


Cemiyetlerin istikballerinin teminatı, geleceklerinin garantisi, kalpleri Allah aşkı ile çarpan iyi nesiller ve hayırlı evlat yetiştirmeye bağlıdır. Her meseleye çözüm üreten İslamiyet, hayırlı evlat yetiştirme mevzusunu da mukaddes umdeler arasına almıştır.
Çocuklar tertemiz bir yaratılışa sahiptir. Bu hususu Sevgili Peygamberimiz şöyle ifade etmektedir. “Hiçbir  çocuk yoktur ki fıtrat üzere doğmuş olmasın. Sonra onu annesi babası Yahudileştirir, Hıristiyanlaştırır veya Mecusileştirir… (Müslim, Kader, 22)
Allahü Teâlâ buyurur ki. “Ey iman  edenler nefislerinizi, eşlerinizi ve çocuklarınızı yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem azabından koruyunuz(Tahrim,6)


Bu ayet-i kerimenin nüzulünden sonra Hz. Ömer: “Ya Rasulallah! Nefislerimizi koruruz, fakat ehlimizi nasıl koruyabiliriz?’’ demişti. Bunun üzerine Allah’ın  Resulü de şöyle buyurdu: ‘’Allah’ın sizi nehyettiği şeylerden onları nehyedersiniz ve Allah’ın size emrettiği şeyleri onlara emredersiniz. İşte bu, onları korumak demektir. ”

Hadis-i Şerif’te Peygamber Efendimiz. (S.A.V) Şöyle buyuruyor:

 “Hepiniz çobansınız; hepiniz güttüğünüz sürüden mes-ulsünuz. Devlet reisi de bir çobandır ve sürüsünden mes-uldür. Erkek ailesinin çobanıdır ve sürüsünden mes-uldür. Kadın kocasının evinin çobanıdır ve sürüsünden mes-uldür. Hizmetkâr, efendisinin malının çobanıdır; o da sürüsünden mes-uldür. Netice itibariyle hepiniz çobansınız ve güttüğünüz sürüden mes-ulsünüz. (Riyazü’s-Salihin, Hadis No:302)
"Çocuğun ismini ve terbiyesini güzel yapmak, ana ve babanın  vazifelerindendir."


Resul-ü Ekrem (s.a.v) bir hadisi şeriflerinde şöyle buyurmaktadır. “Bakmakla yükümlü olduğu kimseleri ihmal etmesi, kişiye gü­nâh olarak yeter.( Ebu Davut, Zekât, 45)


Ana-baba, çocukları için canlı bir kitap gibi ahlâk kaidelerini tatbik eden en güzel modeldir. Nitekim Allahü Teâla buyuruyor ki ; وَأْمُرْ أَهْلَكَ بِالصَّلَاةِ “Ailene namaz kılmalarını emret. Kendin de namaza devam et.” (Taha,32)


Allah Resul’ünün şahsında bütün ümmete yönelik olan bu emri ilâhîde Hayırlı evlat yetiştirmenin onlara model olmaktan ve onlara zaman ayırmaktan geçtiğine işaret etmektedir. Nitekim Efendimiz(Sav) bu ayetin nüzulünden sonra kızı Fatıma’nın evine her sabah uğramış ve “haydi namaza” diye seslenmiştir. Çünkü herkes idaresi altındakilerden mes-uldür(Buharî,Cuma,11, nikah, 81, Müslim, İmâre, 20; Ebû Dâvud, İmâre,1; Tirmizî, Cihâd, 27) Onun. Dininden ve terbiyesinden mes’üldür. Bu mevzuda pek çok dinî emir vardır:
Efendimiz ‘in buyurduğu gibi, hiçbir ana baba çocuğuna İslâm edebinden daha değerli bir hediye veremez (Tirmizî, Birr 33).
Kız yetiştirmeyle ilgili olarak;
Hz. Enes (Ra) anlatıyor: Resûlullah (sav) buyurdu ki: "Buluğa erinceye kadar kim iki kız evladı yetiştirirse -parmaklarını birleştirerek- kıyamet günü o ve ben şöyle beraber oluruz."
Güzel ahlâk ile terbiye edebilmenin yolu, önce nefsimizi tezkiye ile arıtmak sonra hem yavrulara ibadet, taât ile kulluk yolunda; hem de yalandan, dolandan, ihtikârdan, zinadan, alkolden, kumardan kaçınarak hayatta numune olmaktadır.
Efendimiz (Sav) buyurur: “Yumuşaklık ve tatlı muamele bulunduğu şeye güzellik kazandırır. Ondan mahrumiyet ise kötülük ve çirkinliktir.( Ebu Davud, Cihad,1; Edeb, 11)


Çocukların seviyesine inmek, onlarla şakalaşmak, Efendimiz çocuklarla ilgilenir, başlarını okşar, şakalaşır, selamlaşır ve onlara değer verirdi, Çocuklarla konuşurken çömelir, onlarla göz göze gelmeye çalışırdı. Çünkü ailede  ve toplumda çocuklara zaman ayırıp ilgilenmek kişiliklerini besleyen en önemli manevi gıdadır.


Çocuğumuzun iyi bir meslek sahibi olması için her fedakârlığa katlanırız. "İki günlük dünya" sözü dilimizden düşmese bile, aman yavrum mutlu olsun diye her sıkıntıyı göze alırız. Eğer hayat iki günlük dünyadan ibaret değilse, çocuğumuzun istikbâli de dünya ile sınırlı değildir. Daha doğrusu asıl istikbâl, o bitip tükenmeyecek sonsuz hayat olmalıdır. Şimdi kendimize soralım: Bizden önce veya sonra sonsuzluk âlemine göçecek olan çocuklarımızın oradaki istikbâlini de aynı titizlikle düşünüyor muyuz? Ahiret denilen o diyarın sermayesinin veya ateşinin buradan götürüleceğini biliyoruz; öyleyse gözümüzün nuru evlâdımızın o sonsuz hayatta iyi bir istikbâle sahip olması için gayret sarf ediyor muyuz?  
Harise İbni Süraka Bedir Savaşı'nda öncü kuvvetler arasında bulunan bir gençti. Efendimiz ‘in hizmetkârı Hz. Enes’in halasının oğluydu. Kuyudan su içerken düşmanın fırlattığı bir okla hayatını kaybetti. Savaş bitip de gaziler Medine'ye dönünce annesi Resul-i Ekrem'in huzuruna çıktı:  -Yâ Resûlullah! Hârise'yi ne kadar sevdiğimi bilirsin. Eğer o cennetteyse, sabredip mükâfatını Allah'tan bekleyeceğim. Yok, eğer cennette değilse, onun için olanca gücümle ağlayacağım. Resul-i Ekrem bu dertli anaya: - Ey Ümmü Harise! Ahirette bir değil birçok cennet vardır. Senin oğlun onların en âlâsında, Firdevs cennetindedir buyurdu. (Buhârî, Cihâd 14, Meğâzî 9). Biricik yavrusunun ebedî saadeti elde ettiğini öğrenen dertli anne bütün acılarını unuttu. Bir ana baba Ümmü Harise gibi evlâdının gerçek istikbâlini düşünmelidir.


Bir insan, ciğerparesini cehennem yakıtı olmaktan kurtarmak için elinden geleni yapmışsa ona en büyük iyiliği etmiştir. Diğer bir ifadeyle bir insan çocuğunun iyi bir Müslüman olarak yaşayıp ölmesini Temine çalışmışsa ona en üstün istikbâli hazırlamıştır.
Hz. Ömer, ağabeyi Zeyd İbni Hattâb'ı çok severdi. Hz. Ebu Bekir devrinde yapılan Yemâme Savaşı'nda onu kaybedince çok üzüldü. "Saba yeli estikçe Zeydi’n kokusunu alıyorum" diye hüzünlenirdi. "Zeyd benden önce Müslüman oldu, benden önce şehit düştü" diyerek ona imrendiğini söylerdi. 


Hz. Ömer halife olunca,  şair Mütemmem İbni Nüveyre onu ziyarete geldi. Şair Mütemmem, kardeşi Mâlik için birçok mersiye söylemiş, bu mersiyeler dillere destan olmuş, Hz. Ömer de bu mersiyelere hayran kalmıştı. Mütemmem'i karşısında görünce kardeşi Zeyd'in acısı tekrar depreşti ve ona: Mütemmem! Dedi. Eğer güzel şiir söyleme yeteneğine sahip olsaydım, ben de kardeşim için senin gibi mersiyeler söylerdim. Nüveyre ona üzerinde ibretle düşünülmesi gereken şu harika cevabı verdi: - Eğer benim kardeşim senin kardeşinin gittiği yere gitseydi, ona hiç üzülmezdim İşte o zaman Hz. Ömer'in yüzünde mutlu bir tebessüm belirdi ve şaire şunları söyledi: - Mütemmem! Bu güne kadar hiç kimse beni senin kadar teselli etmemiştir.

Kur’an-ı Kerim, hayırlı evlat olması istenen yavruya kazandırılması istenen kimliği Lokman (As.)’ın  oğluna nasihatinde şöyle özetlemektedir: 
“Evladım namazını hakkıyla eda et, iyiliği yay! Kötülüğü de önlemeye çalış ve başına gelen sıkıntılara sabret! Çünkü bunlar azim ve kararlılık gerektiren işlerdendir. Kibirli davranarak insanlara yüzünü eğme! Yerde yürürken çalımlı çalımlı yürüme. Çünkü Allah kibirle kasılan ve öğünüp duran kimseleri sevmez” (Lokman,15-19)         
Efendimiz (Sav) insanların hayır ve bereketinin üç şeyde olduğunu ifade buyurmuşlardır:
“İnsanoğlu ölünce amel defteri kapanır. Üç şey sebebiyle amel defteri açık kalır: Sadaka-i cariye, faydalanılan ilim ve hayırlı, Salih evlat”( Tirmizi, Ahkam, 36; Müslim, Vasiyet, 25)
İmanlı yetişen nesil bizimle beraber olacak nesildir. Yoksa nereye gideceği belli olmaz.
Onlar ki iman ettiler ve soyları da kendilerine iman ile uydular, soylarını onlara eriştirip katarız ve biz, onların amellerinden hiçbir şey eksiltmeyiz. Her kişi kazandığına karşılık rehindir.(Tur, 21)