Ocak ayında dış dünyada ABD ile Çin arasındaki Ticaret savaşlarının anlaşma yoluyla birinci fazda çözümlenmesi, Brexit meselesinin hafiflemesiyle başlayan süreç maalesef Corona virüsünün ortaya çıkması ile birlikte Dünya ekonomisinde kartlar yeniden dağıtılmaya başlandı. Corona öyle bir virüs ki; ölü sayısında SARS virüsünü bile sollamış durumda. Biz her şeyin başı sağlık diyelim yine ekonomiden önce. Bunun ekonomiye yansıması da olacaktır muhakkak. Özellikle büyümeye, finansal istikrara ve istihdama. Bu tarz virüsler risk iştahını azaltacağı gibi ekonomik görünümde de belirsizlikler ortaya çıkartır.Tabi bu gelişmeler FED'in Ocak ayındaki toplantısının tutanaklarına da yansımış oldu.
Amerikan Merkez Bankası şubat ayında toplantı yapmayacak. Bir sonraki toplantı 17-18 Mart'ta. ABD Başkanı ve Fed yetkililerinin görüşlerine baktığımızda bir faiz indirimi yapılacağına dair emareler olsa da doların yükselişini bir türlü engelleyemedikleri ve bu gidişle de çok önünü kesemeyecekleri ortada. Risk iştahı azaldıkça dünyada dolara talep artıyor. FED ne kadar faiz indirirse indirsin doların değerini düşüremiyor. İtalya, Japonya ve Fransa gibi ülkelerin ekonomileri küçüldü. Almanya yerinde sayıyor Çin ekonomisi virüsle beraber krizi derin derin hissediyor.
Dünya ekonomisinde bunlar olup biterken güzel ülkemin gündeminde neler oluyor birde ona bakalım.
Bizde de gündemin bir tarafı Corona virüsü olsa da asıl mesele İdlib. Bu konular ne kadar siyasi ya da ekonomi dışı gözükse de aslında bakılırsa ekonomiyle doğrudan alakalı ve birebir ekonomiyi ilgilendiren konular.
Ülkemiz kendi çıkarları doğrultusunda sıcak bir çatışmanın içinde ise, bu çatışma ve savaşın da büyük maliyetleri oluyor. Bu maliyetlerde ekonomik verilere doğrudan yansıdığı gibi tüm piyasaları da etkisi altına alabiliyor.
İdlib ile oluşan jeopolitik risk ve akabinde gelen Dolar/TL kur riski Türk finansal piyasalarını, Türk ekonomisini zorlama noktasında. Türkiye ile Rusya’nın karşı karşıya gelme riski ve bölgeden gelen haberlere baktığımızda; Borsanın İdlib’teki durumdan dolayı kayıplar yaşaması ve kur artışları, piyasamızın verdiği reaksiyonlar… Borsadaki satışlara baktığımızda da satışların büyük bölümünün yabancı yatırımcıdan geldiği görünüyor. Sadece yabancı yatırımcı değil, ülkemizdeki yurt içi yerleşiklerinde döviz alımları yaparak döviz mevduatlarını arttırdığını görebiliyoruz.
En son yazımda bahsettiğim gibi Merkez Bankası’nın ocak ayındaki faiz indiriminin yan etkisinin, azalan faiz getirisiyle birlikte döviz talebi yaratabileceğinden bahsetmiştim. Üstüne İdlib meselesi de gelince Dolar/TL kuru önce 6 barajının üstüne çıktı ve yukarı yönlü hareketi devam edecek gibi görünüyor.
Merkez Bankası demişken geçen yıl Temmuz ayında Merkez Bankası başkanı değişmiş ve 3 ana hedef seçilmiş dünyadaki faiz indirimleriyle birlikte bizimde Merkez bankamız faiz indirimlerine gitmişti. Bu 3 hedef; faizleri düşürüp maliyetleri azaltmak, Ekonomiyi canlandırmak ve İşsizliği azaltmaktı. Tabi ekonomi dinamikleri kredi genişlemesiyle birlikte harekete geçti. Ekonomi dinamikleri kıpırdanır kıpırdanmaz yılın sonu ve bu ocak ayında enflasyonda hareketlendi. Sanayi verileri Aralık ayında 8,6 olur iken, PMI Ocak ayında yüzde ellinin üzerinde 51,3 e yükselirken, Ciro Perakende Satışları pozitif olarak arttı. Ancak en son bütçe raporundaki açık, cari işlemler dengesi yıllık 1,9 fazla verirken sadece Aralık ayında 2,8 milyar TL açığa dönüşmesi, ekonomimizde farklı yerlerden de dengesizlikler oluşturdu. Bizim en büyük sıkıntımız ekonomimizin Kamu harcamalarıyla finanse edilmesi.
TCMB Şubat ayında yılın ikinci Para Politikası Kurulu Toplantısında 50 baz faiz indirimine giderek politika faizini %10,75'e düşürdü. Merkez Bankası gidebileceği, inebileceği en uç noktaya geldi diyebilirim. Artık faiz indiriminde son bir kaç yazımda bahsettiğim gibi ihtiyacı olsun yada olmasın bu faiz oranlarından firmaların ve hane halklarının kredi ihtiyaçlarını bu dönemlerde gidermeleri gerektiğinden bahsetmiştim ki Merkez Bankası da beni haksız çıkarmadı.19 Şubat'taki faiz kararının açıklamasında kredi genişlemesinin sonuna gelinmiş olunabileceğine dikkat çekmesi ve Ekonomi yönetiminin de kredi genişlemesinin sınırlandırabileceğini açıklaması bu konuyu tasdikler nitelikte… Artık Merkez Bankasının faiz konusunda hareket alanı kalmadı. Yani ekonominin canlandırılmasının ve büyütülmesinin yükü tamamen ekonomi yönetimine geçmiş oldu.
Bu da şu demektir ki ülkemizin ekonomik anlamda büyümesi için dış sermaye ye ve dış kaynaklara ihtiyaç duyulacak… Yapısal sorunlarımıza, iç ve dış meselelerimize, ve dünyadaki gelişmelerden dolayı risk iştahının azalmasıyla beraber gelen kriz durumları işimizi zorlaştırıyor. TÜİK Şubat ayı mevsim etkilerinden arındırılmış tüketici güven endeksini geçtiğimiz ocak ayına göre %2,7 oranında azaldığını açıkladı. Bu da durumu özetler nitelikte.
Tüketiciye ait güveni kazanmak için, dış şoklara karşı ülke ekonomimizin daha az hasarla çıkabilmesi için her zaman söylediğim gibi en başta eğitim, sonra üretim ve kalkınma modelleri geliştirilmeli, daha gerçekçi ekonomik politikalar uygulanmalıdır.
Manavcı mehmet abiden tutun bakkal Zeki amcadan yoldan geçen herhangi bir vatandaş veya arkadaşım sürekli konularımız geçim derdi ve ekonomi. Kiminle konuşsam görüşsem doların veya altın fiyatlarının ne olacağı sorularıyla karşılaşıyorum. Gelen zamlar herkesin canını yakıyor. Açıkcası güzel şeylerden de bahsetmek isterdim ama şuan sadece ülke olarak değil dünyada genel bir ekonomik sıkıntı var tahminim bu sene ve etkileri biraz hafiflemiş olarak da önümüzdeki yıl sürecek gibi gözüküyor. Herkesin kendine özgü farklı ekonomik sıkıntıları olabilir ama ne olursa olsun bizim bireyler olarak yapabileceğimiz en iyi şey işimizi en iyi şekilde yapmak, var gücümüzle çalışmak ve elimizdeki imkanları verimli kullanabilmek.
Lügatınızda, kitabınızda umutsuzluğa ve ümitsizliğe yer olmasın. Bir sonraki yazımda buluşmak dileğiyle…