COVİD-19 VE BAĞIŞIKLIK SİSTEMİMİZ

​Koronavirüs ile bağışıklık sistemimiz arasında yaşananları genel çerçevede inceleyelim. Virüsün insan vücudunda enfeksiyon oluşturması için bir takım engelleri geçmesi gerekiyor. İlki deri ve akıntıları (salya, gözyaşı). Deriden geçemiyor tatbiki. Bunun yerine derinin nispeten ince yerini seçiyor. Ağız, burun ve göz. Buralardan girip hücrelere tutunması gerekiyor. Hücre yüzeyindeki ACE-II proteinine tutunuyor. Çocuklarda az, sigara içenlerde fazla, kirli havalarda yaşayanlarda fazla, yaşlılarda yine fazla bu protein. ACE-II sayısı arttıkça virüsün tutunma ve enfeksiyon oluşturma riski artıyor tabi. Virüs girdiği hücreyi esir alıyor ve kendi çoğalmasını hücreye programlıyor. O hücrenin tek işi artık virüs üretmek oluyor. Üreyen virüsler komşuluk yoluyla yeni hücreleri enfekte edip hedef organa yöneliyorlar. Covid -19 nereden girerse girsin emeli akciğerlere ulaşmak(Aslında takip ettiği ACE-II proteini. Nerde fazla ise oraya yayılıyor.)
 
​Hani önceki yazımızda virüsü tanımlayıp bağışıklık sistemimize sizde tanıyın diyen hücreler var demiştik. Bu işlem bağışıklık sistemimiz ve mikroplarla savaşımızda çok önemli bir basamak. Bu aşama Covid-19 için tanımlanabilmiş değil. Belki de virüs atlatıyor bu mekanizmayı. Ya da atlattığı insanlarda atlatabilidiği kadar yayılma ve enfeksiyon riskini artırıyor. Mikroplar açısından şu net: bu aşamayı atlatırsan ciddi enfeksiyon yaparsın. Eğer koronavirüsü vücuda girdiği anlarda tanıyıp bağışıklık sistemimize tanıtabilmişsek birtakım salgısal aktiviteler artmaya başlıyor(IFN, IgA, kompleman). Esasen bu aktiviteler bir miktar hazırda bulunmaktadır. Bunlar virüs çoğalmasını yavaşlatır, virüslerin yeni hücreye bağlanmasını yavaşlatır, bağışıklık hücrelerini aktive eder. Ek olarak mikroplar daha tanımlanmadan erkanden tanıyıp öldüren hücreler var. Bunlar da işin içine girebilirse virüs derinlere inemeden bertaraf bile edilebilir. Hafif geçiren hastalar belkide bu aşamada kalıyor olmalı. Boğaz ağrısıyla geçip gidiyor yani. Akciğerlere inemiyor. Virüs akciğere inip ikinci aşamaya geçtiğinde işler karışıyor bu sefer.
 
​Buraya kadar bağışıklığın güçlendirilmesi mutlak fayda sağlar. Ancak bundan sonrası tartışmalı. Mikrop tanımlanıp özelleşmiş hücrelere sunulunca onlarda görevlerini yapmaya başlar. Antikor üretenler hala çok faydalı. Desteklenebilir. Ancak o akciğerde buzlu cam manzarası yapan yayılım ateşi başlayınca bu sefer bağışıklığımızın baskılanması gerekir. Çünkü virüs, virüsle enfekte hücre ayırt etmeksizin öldüren sistemimiz aktive olunca, enfeksiyondan kurtulmak için kendi dokularımıza da hasar vermeye başlıyoruz. Tomografilerde gördüğümüz akciğerlerdeki buzlu cam manzarası böylece oluşmaya başlıyor. Akciğer dokularının hasar görmesi de bu sebepten. Nefes darlığı, solunum sıkıntısı ortaya çıkar, yoğun bakım hatta solunum cihazı ihtiyacı böylece gelişir.
 
​Klorokin, kinin dediğimiz ilacı bir miktar bağışıklık sistemini uyarıcı etkisi de var. Koronavirüs üzerine etkinliğinin yalnız bu olduğunu söyleyen de var. Sadece hastalığın üst solunum yolu ile sınırı ilk evresinde etkili olması ve hastalık ilerlediğinde etkisini yitirmesi bu görüşü desteklemekte. Hatta Dünya Sağlık Örgütü’nün bu ilaç ile ilgili çelişkileri de bu etki profili olsa gerek. Bu ilacın hastalığın ikinci evresinde yani akciğerlerde hasar oluşunca etkisi yok. Avrupa ve Amerika’nın hatası bu ilacı 2. Evrede kullanmaktı. Neredeyse bizim ilk günlerden beri kullandığımız kortizon salgının 3-4. aylarında batıda kullanılmaya başlandı. Evet bağışıklığı baskılanmak için kullanılıyor. Zira ikinci evrede bağışıklık sitemimizin fazladan çalışması akciğer hasarını artırıyor.
 
Yarın bu hastalık nasıl bağışıklık bırakıyor, ondan bahsedelim..