Geçtiğimiz Mart ayı ortasından bu yana eski bir Çin atasözünde denildiği gibi “ilginç zamanlarda yaşıyoruz” galiba. Ben bu Çin atasözünü ilk defa İsmet Özel’de görmüştüm. Tarihini yıl olarak bile hatırlamıyorum, ama1980’li yıllar olabilir muhtemelen. Çinliler bu sözü bir beddua olarak kullanırlarmış. Biz kimin bedduasına uğradıysak artık! Bir bedduaya uğramış olmalıyız ki böylesine ilginç bir zamanda yaşıyoruz!
Bu ilginç dediğimiz zamanları yaşarken birçok şeye şahitlik de ediyoruz. Mesela insanlar arasındaki irtibatın iyice zayıfladığına şahitlik ediyoruz. Çünkü bize mesafe deniyor. Biz de bize denilen bu mesafeyi biraz abartarak bir araya geldiğimizde kullanılan bir ölçü birimi olarak değil, insanlarla bir araya gelmemek olarak uyguluyoruz. Kan bağına bakmadan eğer görüşmek istemediğimiz birileri varsa onlarla mesafeyi bahane ederek görüşmüyoruz. Bir şey de diyemiyorsunuz. Çünkü mazeret olarak ileri sürülen sağlık ve can emniyeti! İnsanlar can emniyetini koruyabilmek adına nelere katlanıyorlar veya neleri göze alıyorlar tecrübe ile bilmiyorsak bile en azından kulak dolgunluğuyla da olsa bilgi olarak biliyoruz! Mazeret olarak kendini değil, ama çocuğunu öne sürüyorlar. Bakıyorsunuz haklılar, çünkü nesil emniyeti dedikleri bir şey de var! Her ne kadar nesil emniyeti bu anlamda, bu bağlamda kullanılmasa da “çocuğumun geleceğini düşünmek zorundayım” cümlesi sizin elinizi kolunuzu bağlıyor!
Mesela sıradan insanların bile, bunu küçümsemek anlamında kullanmıyorum ilgi alanı anlamında kullanıyorum, teknik hem de tıbbî anlamda teknik birçok kelimeyi çok doğru bir biçimde kullandıklarına şahitlik ediyoruz. Mesela pandemi diyor, filyasyon diyor, akciğer pnömanisi diyor, bulaş diyor. Şaşırıp kalıyorsunuz. Nasıl şaşırmayasınız ki! Bu kelimeler teknik kelimeler (bulaş hariç, çünkü o uydurma bir kelime) ve üstelik bu kelimelerin Türkçeleri de var. Türkçe olanlarını değil, teknik olan hâllerini söylüyorlar bu kelimelerin. Üstelik de doğru yerde ve doğru anlamda kullanıyorlar bu teknik kelimeleri. Bu kelimeleri tahmin edebileceğiniz gibi ilk olarak tıp âleminden birileri dile getirdiler. Dile getirmeyi burada kullanmak anlamında okuyabilirsiniz. Meslekî dil alışkanlığı dedik ve fazla üzerinde durmadık, ama resmî yetkililer de bu teknik kelimelerin Türkçeleri varken, Türkçeleri yerine bu kelimeleri kullanmaya devam edince tedirgin olmaya başladık. Tedirgin olmaya başladık çünkü bu kelimeler için artık Türkçeye yerleşmiş kelimelerdir de diyebiliriz. Sıradan insanların doğru yerde ve doğru anlamda kullandığı kelimeler için ne diyebilirsiniz ki! Fakat bu arada bir müddet sonra bu kelimelerin Türkçeleri ne olacak, doğrusu bunun tahmini epey zor.
Tahmini zor, çünkü bu ilginç zamanlarda yüzlerce yıldır Türkçe olarak bildiğimiz ve kullandığımız bazı kelimelerin anlamlarının daraltılarak kullanıldığına şahitlik ediyoruz. Hangi kelimeler mi bu kelimeler? Hemen ilk üçünü sıralayabiliriz burada: Temizlik, maske, mesafe…
Hatırlayanlarınız vardır hâlen muhtemelen, çocukluğumuzda öğrendiğimiz ilk ilmihâl bilgileri arasında geçen iki deyim vardır temizlikle ilgili: Hadesten taharet – necasetten taharet. Bu iki deyimin ne anlama geldiğini izah etmek için yazmıyorum bu yazıyı (ilmihâl bilgilerinden hemen hatırlarsınız muhtemelen, bu iki taharetten biri eksik olursa mesela namaz kılamazsınız). Bu iki deyim maddî ve maddî olmayan anlamda tüm temizliği ifade eder. Maddî olmayan anlamda temizliği neredeyse unutacak hâle geldik. Bir deyimin hayatımızın çıkıp gitmesinin olumsuz etkilerinden birine örnek olarak gösterilebilir bu. Taharet kelimesinin uzun zamandır (tabii ki insan hayatı için uzun, yoksa milletlerin – dillerin hayatı anlamında çok kısa sayılabilecek bir süre bu) edebiyatçılarımız tarafından bile kullanılmadığını hatırlayınca aynı şey temizlik (başka kelimeler de ilave edilebilir ne yazık ki) kelimesinin başına da gelir mi diye endişe ettiğim için yazıyorum bu yazıyı.
Mart ayı ortasından bu yana temizlik (yakında bu kelimenin yerine de hijyen kelimesini kullanır hâle gelirsek şaşırmayalım) kelimesi artık bedenin belli uzuvlarının yıkanması anlamına gelecek kadar anlam daralmasına uğradı. Bu arada mânâ kelimesine ne oldu, bu kelime nereye gitti der gibi bakmayın satırlara! O kelime pılısını pırtısını toplayarak Türkçemizi terk etti gitti! Temizlik kelimesinin vücut kelimesi ile birlikte kullanılan hâli var, bakış (nazar derdim, ama o kelimemiz de ne yazık ki anlam daralmasına uğrayan kelimelerimizden ve artık bakmakla ilgili bir anlamda kullanılmıyor) kelimesi ile birlikte kullanılan hâli var, kalp kelimesi ile birlikte kullanılan hâli var insan (hem kadın – erkek anlamında cinsiyet belirten hem de cinsiyet belirtmeden bir tür anlamını belirten hem de çocuk – ihtiyar gibi yaşa vurgu yapan anlamda) kelimesi ile birlikte kullanılan hâli var, eşya kelimeleri ile birlikte kullanılan hâli var. Velhasılı kelâm birlikte kullanıldığı kelimeyle birlikte maddî olan hâle işaret edebildiği gibi, maddî olmayan hâle de işaret edebiliyor temizlik kelimesi. Bu kadar geniş kullanım alanına ve hâline sahip bir kelimeyi vücudun belli birkaç azasının yıkanması gibi bir anlam daraltmasına maruz kalması beni ciddî olarak tedirgin ediyor. Ne olacak bir kelime de anlam daralmasına uğrayıversin diyemiyorum. Diyemiyorum, çünkü bu hâlle birlikte birçok mefhum da Türkçemizi, yani hayatımızı, hatta dinimizi terke hazır hâle geliyor. Belki benim abarttığımı düşünebilirsiniz, ama Türkçeye ben İslâm’ın dili olarak bakıyorum. Türkçeden birkaç bin kelimeyi, mefhumu öğrenen biri inandığımızı söylediğimiz Dinin temel meselelerini öğrenmiş, en azından o temel meselelere giden yolu bulmuş olur.
“İyi de bu söylediklerinin edebiyatçılarla ilgisi ne” diye bir soru aklınıza gelebilir. Gelmesin. Gelmesin, çünkü bir dilin (lisan anlamında dilde bahsediyorum tabii ki, bakın artık bu kelimeyi de neredeyse kullanmaz hâle geldik) hâlini oluşturan, o dili zenginleştiren edebiyatçılardır. Dili edebiyatçılar kurar, her ne kadar dil içinde Din ile ilgili kelimeler olsa bile. Din ile ilgili kelimelerin o dilde yer edinebilmesi, o dil içine yerleşebilmeleri edebiyatçılar vasıtasıyla olur.
Dilimizi bugün bu kadar fakirleştiren de edebiyatçılarımızdır ne yazık ki. Millet yerine yeni bir ulus inşa edebilmek uğruna edebiyatçılarımız vasıtasıyla, çok, ama çok zengin olan Türkçemiz bir dönem küçücük bir kabile dili hâline getirilmişti neredeyse. Kimsenin kimseyi anlamadığı, hatta yazanın bile yazdığı şeyin ne anlama geldiğini bir müddet sonra anlayamadığı kadar fakir bir dil hâline gelmişti. Çok şükür o müstebit edebiyatçılar dönemi geride kaldı, ama günümüzde o edebiyatçıları aratmayacak kadar vurdum duymaz bir edebiyatçı hâkimiyeti var ne yazık ki. Üstelik bu edebiyatçıların kendine güveni olmadığı gibi edebî iktidarı da oluşturuyorlar. Ve kendilerine destek kuvvet olarak bizim camianın edebiyatçılarını kullanıyorlar. O edebiyatçılar ise kendilerinin kurban olarak seçildiklerinin farkında değiller! Onun için ne bilsinler hadesten taharet ne der, necasetten taharet ne der! Onlar sosyal medya üzerinden kapitalist sistemin birer uyuşturucu olarak takdim ettiği bir milyon tane günden birini kutlamakla meşguller!