Hayat tarzı olarak kültür bizi epey meşgul edeceğe benzer. Bir önceki yazıda korona dolayısıyla, daha doğrusu korona vesilesiyle alınan tedbirlerin hayat tarzımızda ve bu hayat tarzımızı devam ettirebilmek için tevarüs ettiğimiz kültürde meydana gelebilecek dönüşümlerin bir kısmına değinip geçmiştik. Bu yazımızda bir başka meseleye gireriz, mesela edebiyat sahasında meydana gelmesini beklediğimiz ve birtakım emarelerini gördüğümüz iktidar değişiminin Türk edebiyatı üzerinde meydana getirebileceği değişim üzerinde bir iki kelâm ederiz diye hesap ediyorduk, ama araya yine hayat tarzımız, hayat tarzı olarak kültürümüzde meydana gelebilecek değişiklikler geldi başköşeye kuruldu.
Nasıl kurulmasın ki? Mübarek Ramazan –ı Şerif ayının başlangıç günleri içindeyiz ve karantina dolayısıyla hanelerimize kapanmış durumdayız! Oysa Ramazan –ı Şerif ile ilgili kültürümüzde, özellikle de hayat tarzı olarak kültürümüzde çok ciddi bir külliyata sahibiz. Hem kitabî anlamıyla bir külliyat hem de artık alışkanlık hâline geldiği için farkında bile olmadığımız hayat tarzı anlamında bir külliyat bu sözünü ettiğim! Bereket bu aya mahsus bazı olumsuz yeni gelenekler oluşmak üzereyken, bu olumsuz şeyler tam yerleşip bir gelenek, bir hayat tarzı anlamına gelemeden hayatımızdan çıkıp gidecek anlaşılan. Onların bizim hayatımızdan çıkıp gitmesi çok iyi olur, çünkü onlar bizim hayat tarzımız hâline, hayat tarzı olarak kültürümüz hâline gelirse birçok olumlu ve güzel geleneğimizi de yerinden edecekler. Yeni dediğimiz şey de zaten bir eskiyi yerinden edecek ki kendine tutunabileceği bir zemin açabilsin!
Neden mi bahsediyorum?
İftarlardan, özellikle de “lüks iftar – beş yıldızlı iftar” olarak adlandırılan kurumsal ve zengin iftarlarından bahsediyorum efendim. Son yıllarda cılız da olsa tartışılmaya çalışıldı, ama gerekli yankıyı oluşturamadı. Gerekli yankıyı oluşturamadığı için de gerekli desteği bulamadı. Bu Ramazan karantina dolayısıyla toplu iftarlar yasaklandı. Yasaklandığı için de artık hiçbir kurum veya hiçbir zengin lüks iftarlar, beş yıldızlı gavur otellerinde beş yıldızlı iftarlar veremeyecek. İyi ki yasaklandı. Yasaklanmasaydı çünkü falanca yapıyor, benim ondan neyim eksik diye bazı zenginlerimiz bu gavur otellerine tanıdıklarını toplayıp beş yıldızlı iftarlar verecekti. Zevksizliğin diz boyu olduğu bu iftarlarda lezzetten yoksun, üstelik insan bünyesi için zararlı yemeklerin ikram edildiği bu iftarlar, otel dışında kaliteli bir lokantanın fiyatlarının on katından bile daha pahalı! İftara gelenler de belki kendilerine ikram edilen bu yemeklerin insan vücuduna zararını bildikleri için ucundan birazcık yiyorlar ve sadece kendilerini gösterip geliyorlar! Kapitalizm dediğimiz şeyin cenderesinde olduklarının muhtemelen farkında bile olmuyorlar! İftarı verenler zaten farkında değiller. Kendileri kapitalist kesilmişler. Onlar da kendilerini göstermek zorunda hissediyorlar herhalde! Nereye ve kime göstermek istiyorlar? İşte orası muallak! Bu iftarların ne sakıncası var, adam zengin istiyorsa tabii ki lüks otellerde iftar verebilir, denecektir. Ki geçmişte denmiştir de! Bunların olumlu hiçbir etkisinin olmadığı ise o iftarların sürdürülmesinden anlaşılıyor. Kellim kellim le yenfa’, konuş konuş boşuna yani.
Bu lüks, beş yıldızlı iftarlar işte “arkadaş – dost – aileler arası” iftarları yerinden ederek yerleşiyorlardı hayatımıza ve neredeyse hayat tarzımız hâline geliyordu. Bir kesimin hayat tarzı hâline gelmişti bile!
“Arkadaş – dost – aileler arası” iftarlara geri dönülebilir bu vesileyle diye iyimser kanaat serdetmeyin hemen. Çünkü karantina dolasıyla büyükşehirlerde uygulanan sokağa çıkmanın kısıtlanması uygulaması bu eski alışkanlıklarımızın da tarihin çöp sepetine atılmasına vesile olabilir! İnsanlar üzerinde öyle bir korku terörü estirdi ki korona günlerinde maruz kaldığımız karantina uygulamaları, akıllara zarar! İnsanların bir araya gelip ortaklaşa bir şeyler yapabilmeleri, mesela sohbet halkaları oluşturmaları, kalabalık yemekler tertip edebilmeleri mesela, eğer bu korku terörü devam ederse artık mümkün olmayabilir!
Virüsün bulaşmasının ve bulaştığı vücudun virüsten kolay kurtulmasını temin eden şeylerden biri olarak mesela bağışıklık sisteminin güçlü olması gösteriliyor. Siz mesela hem gelenekten edindiğiniz bilgiler hem tecrübeleriniz dolayısıyla “falan yiyecekler bağışıklık sistemini güçlendiriyor, aman bunları ihmal etmeyelim” diyorsunuz! Fakat muhatabınız sizin isminizin önünde Prof. Dr. ibaresi olmadığı için olsa gerek ekrandan duyduğu “falan hap bağışıklığı güçlendiriyor, falan aşı bağışıklığı güçlendiriyor” açıklaması üzerine hemen kimyasal ürünlerin peşine düşüyor. Kendisinin yetişkinlik aşılarını yaptırıp yaptırmadığını, çocuklarına çocukluk ve yetişkinlik aşılarını yaptırıp yaptırmadığını araştırmanın peşine düşüyor!
O, isimlerinin önünde Prof. Dr. ibaresi bulunan birtakım zırtapoz ilahiyatçılar ise çıkıp Ramazan öncesi insanların zihinlerini bulandırmak için “Oruç bağışıklığı zayıflatıyor. Bilim Kurulu ile Diyanet İşleri Başkanlığı karar alsın Ramazan orucu virüs salgını bitinceye kadar ertelensin” şaklabanlığı yapıyorlar! Bu zirzop ilahiyatçı profesörlerin bu teklifine balıklama atlayan birtakım radikal İslâmcılar ise buna hemen destek çıkıp “Doğru bir yaklaşım, Bilim Kurulu ile Diyanet karar versin” diye alkış tutuyor! Oruç düşmanları, bu milletin değerlerinin düşmanları bu alanın ne kadar bereketli bir alan olduğunu fark edip, bu zirzop ilahiyatçı profesörlerin çağrısını bir kampanyaya dönüştüremeden mesele çözüldü! Bereket Diyanet bu zirzopların ortalığı bulandırmasına fırsat vermeden “Yok öyle şey. Orucun toptan ertelenmesi gibi bir şey asla olamaz” dedi de içimizi rahatlattı.
Karantina dolayısıyla, insanların üzerine pervasızca boca edilen korku terörü dolayısıyla Ramazan –ı Şerif’e mahsus bazı alışkanlıklarımızı, hayat tarzı olarak kültürümüz hâline gelmiş bazı şeylerin elimizden kayıp gitmesine muhtemelen seyircilik edeceğiz. Alışkanlığımız olmaktan çıkacaklar muhtemelen. Onların alışkanlığımız hâline gelmesi zaten hayat tarzımız olarak kültür unsuru hâline getiriyor onları. İnsanların etraflarına, eski tanıdıklarına kuşku ile bakması bile yeterince acı bir görüntü oluşturmuyor mu? Güven duygusunu hepten yitirecek miyiz yoksa? Bir dosta sımsıkı sarılmadan, bir dost meclisine oturup sohbet etmeden, onlarla yiyip içmeden nereye kadar gidebiliriz? O yalnızlığın altından nasıl kalkılır yoksa?
Bu badireyi atlattıktan sonra inşallah bu hasletlerimizi yitirmeden, hayat tarzımız hâline gelen bu kültürü devam ettirerek yola revan oluruz umudunu taşıyorum yine de. Bu arada herkese hayırlı Ramazanlar temenni ediyorum.