Hatırlayanlarınız vardır muhtemelen, çünkü daha yeni yazdık, gazetenin bir önceki sayısında yayımlandı: Ali Babacan’ın uzun zamandır beklenen partisi nihayet kurulmuş, ama mutlaka kendisiyle birlikte hareket edeceği beklentisi içinde olduğu bazı milliyetçi kanaat önderlerini bile ikna edememişti. Bir önceki yazımızda Babacan’ın görüştüğü ama ikna etmekte zorlandığı, zorlandığı demeyelim de başarısız olduğu milliyetçi camiadan bir zatla görüşmesini bahane ederek birtakım şeyler yazmıştık. Milliyetçi camianın önemli isimlerinden biri olan bu zat görüşme sonrasında hani Babacan’a “Kusura bakmayın bu iki mesele konusunda ben sizinle değil, hiç kimse ile yola çıkmam” cevabı verdiğini aktarmıştık!
İşte o iki meseleden birine sözünü ettiğimiz bu milliyetçi camiadan zat değil de üstüne vazife olmadığı hâlde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu el atmış, daha doğrusu sahip çıkmış! Üstelik de Ali Babacan’ın Deva Partisi iktidara gelse bile bu kadar açıktan sahiplenemeyeceği bir şekilde sahiplenmiş!
Mesele neydi, önce bir onu hatırlatalım:
Babacan ile görüşen milliyetçi zatın itiraz ettiği ve asla yola çıkmam dediği maddelerden ikincisi Alevilikle ilgili yapılacak düzenleme idi hatırlayacaksınız. Birinci madde Kürtçenin eğitim dili olarak uygulanması idi. Bu tehlikeli bir madde, çünkü kanunlar çerçevesinde parti için kapatılma gerekçesi oluşturuyor. İkinci madde ise bundan daha tehlikeli bir madde. Mevcut kanunlar çerçevesinde herhangi bir yaptırımı yok, ama Türkiye’de yeni bir dinin kurulmasını gerekli kılıyor! Bu ne demek? Şu demek: Biliyorsunuz AİHM “Aleviliğin bir mezhep, bir tarikat, bir yorum tarzı olarak kabul edilmesini değil, Aleviliğin İslâm dışında bir Din olarak kabul edilmesi gerektiği” hususunda yıllardır baskı yapıyor Türkiye’ye. Ve bunun finans kısmı ile lojistik desteğini ise Alman İstihbarat Örgütü BND yapıyor.
İmamoğlu ile alakası ne diyeceksiniz muhtemelen! Haklısınız, görünürde İmamoğlu ile de İstanbul Büyükşehir Belediyesi’yle de uzaktan yakından alakası yok. Fakat kazın ayağı hiç de öyle değil!
Bursa’da olduğunuz için görmemiş olabilirsiniz, sosyal medya ile çok içli dışlı değilseniz haberdar bile olmamış olabilirsiniz! İBB Başkanı İmamoğlu çocuklara 23 Nisan hediyesi paketi dağıttı. O paketin içinde bir de broşür vardı. Yazıyla dikkat çekmek istediğimiz husus broşürdeki bir resim, diğeri de bir o kadar tehlikeli, ama Devletimiz büyüktür ve tedbirini almıştır, onun için demokrasiyi çiğneyip geçen o meseleye yazıda değinmeyeceğiz!
Resmi görüyorsunuz: Biz yaşayan 3 tane kitaplı büyük din var olarak biliyoruz günümüz dünyasında! Fakat İmamoğlu bu Dinleri 4’e çıkarıvermiş: Resmi ve dolaşıma giren yeni Din resimde de gördüğünüz gibi Alevilik!
Hani denir ya ben bunun neresini düzelteyim diye, aynı o hesap İmamoğlu’nun yaptığı da! Yahu Alevilik bir Din değil. Lojistik desteğini Alman İstihbarat Örgütü BND’nin sağladığı bir istihbarat projesi. BND hem lojistik destek sağlıyor hem finansman sağlıyor hem entelektüel destek sağlıyor. Talep edilse silah desteği de silahlı militan desteği de sağlar. Yeter ki Alevilik Türkiye’de bir defacık olsun resmî kurumlar tarafından ayrı bir din olarak zikredilsin! Bereket Ekrem’i ciddiye alıp da dikkat kesilen yok. Fakat bu yaptığı bir projenin başlangıç ayağını oluşturuyor: Gözler bu neviden resimleri göre göre Aleviliğin İslâm’dan ayrı bir din olduğuna alışacaklar. Gözler alıştıktan sonra zihinler de alışır ve Almanya’dan veya İngiltere’den hangi ülke olursa olsun fark etmez Alevilik İslâm dışında bir din olarak ilan edilse de tepki gösterecek kimse kalmaz. İmamoğlu neye hizmet ettiğinin farkında mı bilmiyoruz, ama bildiğimiz bir şey var: CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu Almanya’da kasete alınmıştı herhalde, ki partisinin bir belediye başkanı Alman istihbaratının Türkiye üzerindeki en önemli projelerinden birine destek çıkıyor! Yoksa BND İmamoğlu’nun bu projesinin de lojistiğini ve finansmanını sağlıyor? Biz bilmiyoruz, bilen varsa açıklasa fena olmaz!
Haydar Baş: “Burada Devlet Benim” diye meydan okudu!
Bizim kültürümüzde ölünün arkasından kötü konuşulmaz, onun iyilikleri anlatılır. Bu güzel bir geleneğimizdir, çok güzel bir hasletimizdir, bir kültürümüzdür. Buna sahip çıkmakta, bu kültürümüzü korumakta fayda var.
Başlığa bakınca Haydar Baş hakkında kötü şeyler yazacağımız kanaati oluşabilir, ama yazacaklarımız Haydar Baş’ın kötülükleri değil. Korona ve bu salgın dolayısıyla karantina kurallarının çiğnenmesinin nelere mal olduğuna örnek oluşturacak bir yaşanmışlığı aktaracağız sadece.
Mesele şu: Biliyorsunuz Haydar Baş 14 Nisan Salı günü öldü. Kandil gecesi yaşanan bir olay Haydar Baş’ın virüsü kapmasına vesile olmuş.
Nasıl mı? Şöyle efendim:
Haydar Baş’ın ikamet ettiği mahalledeki TOKİ konutlarının yanında bir çelik tencere fabrikası var. Oradaki konutların camisinde yakınlarıyla birlikte ibadet etmek istemiş ve cami imamının izin vermeyip korona salgınını, Devletin yasağını hatırlatınca Haydar Baş “Burada devlet benim” diyerek kapıyı zorla açtırmış ve yakınlarıyla birlikte camiye girmiş. Mesele bunun üzerine dallanıp budaklanmışmış haliyle!
Cami imamı müftülüğü, müftülük emniyeti aramış. Polisler gelince küçük de olsa bir arbede yaşanmış. Arbede yaşanınca polisler merkezi, merkez de İçişleri Bakanlığı’nı aramış. Mesele İçişlerine aksedince Bakan Süleyman Soylu Haydar Baş’ı telefonla arayarak “Kurallara uyulmasının sağlığı açısından gerekli olduğunu, ölebileceğini, oradakilere test yapılması talimatı vereceğini, zorluk çıkarılmaması gerektiğini” söylemiş bizim aldığımız bilgilere göre.
Aldığımız bilgiler o gün yapılan testte Haydar Baş’ın testi negatif çıkmış, ama yakınlarının testleri pozitif çıkmış. İki gün sonra yapılan testte ise Haydar Baş’ın testi de pozitif çıkmış. Devlet onu zorla korumak istedi, ama “Bana bir şey olmaz, Devlet de kim oluyor kibri” meseleyi bu hâle getirmiş. Bir şey olmaz demek işe yaramıyor demek ki! Oluyormuş!
Şimdi mahalle de karantinaya alındığı için Haydar Baş’ın ailesine kızgınlıklarını iletiyorlarmış “Sizin yüzünüzden bu bela başımıza geldi, karantinaya alındık” diye.