Geçtiğimiz günlerin birinci gündem maddesi kuşkusuz Amerika ile İran arasındaki savaşa adeta davetiye çıkaran gelişmelerdi.
Acaba bu gerçekten böyle miydi?
İki devlet arasındaki on yıllara varan kapışma, böyle bir soruya “evet” demeyi kolaylaştıran nitelikte ama bence kazın ayağı hiç de öyle değil.
Meseleye bu açıdan bakmamı sağlayan onlarca karine var.
İran, her ne kadar Amerika düşmanı görünüyor olsa da bu düşmanlığı anlamlı kılacak hiçbir hamle yapmadı tarih boyunca…
Aynı durum Amerika için de geçerli.
Mütemadiyen, amiyane tabirle hırlaşan bu ülkeler, sonuçta hırlaşmanın ötesine geçecek kayda değer bir fiil gerçekleştirmediler.
Peki, görüntüdeki bu çatışma, gerçek anlamda bir düşmanlığın eseri değilse hangi amaca hizmet ediyordu?..
Bu sorunun bendeki cevabı hazır…
Her iki ülkenin de Ortadoğu’daki çıkarlarına hizmet ediyordu elbette.
Zahirdeki bu çatışma nedeniyle İran, anti Amerikancılığın sözde bayraktarlığını yapıyor olmanın büyük avantajını kullanıyor, Amerika da bu çatışma vesilesiyle bölgedeki hükümranlığını devam ettiriyordu.
Eğer bu sözde çatışma hali olmasaydı ne İran’ın ne Amerika’nın Irak’taki ve Suriye’deki mevcut konuma ulaşmaları imkân dâhilinde olmayacaktı.
“Madem öyle, Amerika Kasım Süleymani gibi İran açısından çok önemli bir ismi neden ortadan kaldırdı?” diye haklı olarak sorduğunuzu duyar gibiyim.
İzninizle bu sorunuzu, bir miktar komplo teorisi de içeren şöyle bir projeksiyonla cevaplamak isterim.
Hatırlayalım…
Bu operasyon öncesinde İran, tabir caiz ise fokur fokur kaynamakta idi. Halk sokaklara inmiş, rejim, ciddi bir sarsıntı geçiriyordu. İran halkını rejimin yanında konuşlandıracak, en azından kalkışma aşamasına gelmesini önleyecek ciddi bir tehlikenin yahut milli dayanışmayı sağlayacak bir tehdidin vücuda gelmesi icap ediyordu.
İşte bu operasyon vesilesiyle Amerika İran’a bir hayat öpücüğü bahşetti…
Bir anda sokaklar tam tersi bir görüntüye sahne oldu, halk, rejimin istediği istikamette konsolide oldu.
“İyi de bu, Kasım Süleymani gibi İran’ın ‘ikinci adamı’ şeklinde tanımlanan çok önemli bir kişiyi ortadan kaldırmayı gerektirecek bir mahiyet arz ediyor mu? Bu, çok ağır bir bedel değil midir?” şeklindeki sorunuzu da duyar gibiyim.
Aynı projeksiyon çerçevesinde buna cevabım da şudur.
Kasım Süleymani, elde ettiği başarılar nedeniyle (ki, bu başarı diye nitelendirilen konumunu, masum insanları acımasızca katletmesine borçludur), İran rejimi için ciddi bir tehdit oluşturmaya başlamıştı.
Rejimin, herkesin gözü önünde bir tasfiye hareketine girişmesi hayli riskliydi ve böyle bir teşebbüs, zaten uzatmaları oynayan rejimi, sonu hüsranla bitecek bir kaosun içerisine çekecekti.
Tam bu noktada Amerika imdada yetişti ve hepimizin malumu olan hadise gerçekleşti.
Böylelikle İran, hem büyük bir tehlike olan Süleymani’den kurtulmuş oldu hem de sözde Amerikan saldırganlığının mağduru olarak halkın rejimin yanında saf tutması sağlandı.
Yani anlayacağınız, bir taşla bir kuş sürüsü vuruluyordu adeta…
Bu bir tiyatroydu…
Zira misilleme diye, İran’ın bütün dünyanın korkuyla karışık çekindiği füzelerini tarlalara ve boş arazilere attığına aklı başında hiç kimse inanmaz.
İşler yolunda gibi görünüyordu ama ne İran’ın ne de Amerika’nın hesaba katmadığı başka bir hadise, gelişmeleri öncekinden daha beter bir noktaya çekti.
O da hesaba katılmayan Süleymani’nin komuta ettiği “Devrim Muhafızları” idi.
Rejimin Amerika’yla anlaşarak Süleymani’yi ortadan kaldırdığını anlayan bu ekip, İran’ın sözde misilleme harekâtında, beklenmedik bir atraksiyon gerçekleştirerek Ukrayna hava yollarına ait sivil bir uçağı düşürerek hem Süleymani’nin intikamını almış oldu hem de rejime “bunu yutmadık” mesajı verdi.
Hayatları boyunca on binlerce sivili katletmiş olan bu gözü dönmüş ekip için hiç de zor olmayan bir operasyondu bu.
Bu hadiseyi böyle bir yaklaşımla değerlendirmek yerine “yanlışlık” argümanı ile izah etmek aslında İran’ı beceriksiz ve iş bilemez olmakla değerlendirmekten başka bir anlama gelmez.
Böylelikle her şey tersine döndü ve başlangıçtaki noktadan daha kötü bir yere gelinmiş oldu.
İran, büyük bir prestij kaybıyla birlikte içerideki fokurdamaları daha derinden ve tehlikeli bir şekilde yeniden yaşama riskiyle birlikte Süleymani yandaşlarının tehditlerine de maruz kalmış oldu.
Şüphesiz ki bu, bendenize ait bir projeksiyon…
Yanılma ihtimali elbette ki var ama şu bir gerçek ki, böylesine kompleks bir gelişmeyi sıradan analizlerle değerlendirmek ciddi bir aldanıştan başka bir şey değildir.
Önümüzdeki yakın, orta ve uzun vadeli süreçler, hangi oranda isabet etiğimizi hep birlikte görmemizi sağlayacak…
İzleyelim, görelim…