Eskiden afet durumlarında, anarşi ve terör hadiselerinin dayanılmaz boyutlara ulaştığında, ekonomik krizlerin başını alıp gittiği hallerde, dış baskıların bir aşağılama ve istiskale vardığı anlarda bu ahvale dikkat çeken klişe bir söz kullanılırdı hemen.
“Nerede bu devlet, nerede bu millet!”
1999 Gölcük depreminde duymuştuk bu ünlemeyi…
2001 krizinde de…
Hani devletin resmen iflas ettiği, bir şirket olsaydı eğer konkordato ilan edecek duruma geldiği günler vardı ya, işte o krizde de!..
70’li yılların başında bayrak ipi imal edilemeyen bir Türkiye’de bu sözü de duyamazdınız.
80’de terörün ülkeyi adeta esir aldığı günlerde ise çıtınızı bile çıkaramazdınız…
Böyle bir Türkiye manzarasından bir dünya devleti portresine ulaşabilmek büyük bir iftihar vesilesi doğrusu…
Düşününüz, Elazığ hatırı sayılır bir şiddetteki depremle sarsılıyor, binalar yerle bir ve insanlar enkaz altında…
Devletin yerel unsurları anında, merkezi idarenin baş aktörleri ise 2 saat sonra olay mahallinde…
1999’da 3 gün ortalarda yoktu devlet…
Sonrasında milletin dişinden tırnağından arttırarak yaptığı yardımları memurlara maaş olarak dağıttıklarını duyduk.
Neyse işte, o günlerden 2 saat içinde Elazığ’daki krizi yöneten bir iradeye ve idareye geldik!
Allah’ı var, tıpkı devlet gibi “millet” de olay mahallindeydi.
Karınca kadarınca herkes işin bir ucundan tuttu.
Sergilenen, dünya çapında bir organizasyon başarısı ve dayanışma şahikasıydı.
Bunu sadece biz söylüyor değiliz.
Dünyanın bütün muteber mahfilleri aynı kanaatte!
Övgüyle ve biraz da imrenerek söz ediyorlar Türkiye’den.
Sadece deprem vesilesiyle oluşan dayanışma ve mücadele azminde mi?
Tabii ki hayır!
Sözgelimi Çin’i kasıp kavuran Allah’ın belası bir virüsün neden olduğu kaosta da Türkiye yine diğer ülkelerin ve milletlerin imrenerek izlediği bir hadisenin altına imza attı.
Devasa bir uçağını kısa sürede bir ambulans uçağa dönüştürerek Çin’e yolladı ve kendi vatandaşlarını sağ salim ülkeye getirdi. Hem de bazı kardeş ülkelerin vatandaşlarıyla beraber…
Bu, açık söylemek gerekirse ve tabiri amiyane ile az buz bir iş değildir.
Gerçekten de başka ülkelerin ve halkların imrenecekleri, gıpta ile bakacakları bir gelişmedir.
Devlet, devlet gibi davranmayı başarmış, halkına zor zamanlarda güven veren ve onu zor zamanlarda yalnız bırakmayan bir yaklaşımla “devlet” kavrayışını zirvelere taşımıştır.
Emeği geçen herkesten Allah razı olsun ve dahi helal olsun!
Bu zor zamanlardaki hakikaten güzel gelişmeyi gölgeleyen sakillikler de olmadı değil.
Mesela İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun zavallı ve terbiyeden uzak tavrı gibi…
Başından beri bir imaj projeksiyonu olan bu zat-ı zavallı gerçek kimliğini gösterdi bu vesile ile.
Erzurum’a kayak yapmaya giderken uğradığı Elazığ’daki şovu, elinde patladı.
Halka ve halkın değerlerine böylesine yabancı insanların akıbeti elbette ki, bu olacak, bundan şüphemiz yok. Asıl böyle bir herifi oraya taşıyanlar düşünsün…
Hani Erdoğan’dan intikam almak için inanmadıkları halde bu herifin arkasında, yanında yöresinde hizalananlar var ya, onlardan söz ediyorum.
Neyse, onlar da böyle birine müstahak zaten.
Sakilliklerden birisi de Kılıçdaroğlu’nun sözde hamlesiydi.
Her şey bitmiş, devlet hadiseyi bütünüyle kontrol altına almış am bu hazret başka bir şey derdinde.
Halk nezdinde büyük bir itibar kazanan Erdoğan ve hükümetini köşeye sıkıştırmak için aklı sıra hamle yapıyor.
“Elazığ afet bölgesi ilan edilsin!”
Yaptığı şey tastamam siyasi bir atraksiyon ve ahlaktan, insaftan ve izandan uzak!
İnsanda azıcık utanma olur yahu!
Devletin bu asil duruşunu ve yaklaşımını gölgelemeye çalışmak ne kazandıracak sana?!
Boşuna nefes tüketiyoruz.
Her vesile ile gâvurların, Türkiye düşmanlarının ve teröristlerin yanında saf tutmuş birinden başka ne sadır olabilir ki?
Bunu boş verelim de göğsümüzü kabartan duruşun adını koyalım isterseniz.
Geçmişteki “nerede?” sorusunu çöpe atan bu asalet için şöyle haykırmaya ne dersiniz?
İşte devlet, işte millet!