Ramazan geldi derken bir baktık ki bayram da gelmiş. Göz açtık kapadık Ramazan bitmiş ve biz bayrama girivermişiz. Her yıl böyle oluyordu. Ki bu yıl da öyle oldu, ama önceki yıllardan biraz faklı oldu bu yıl Ramazan’ın da bayramın da gelmesi. Ramazan mesela dört günlük uzun sokağa çıkma kısıtlamasının olduğu günlerde geldi. İlk sahurumuzu, ilk orucumuzu sokağa çıkmamızın kısıtlandığı bir günde idrak ettik. İlk teravimiz de mesela sokağa çıkamadığımız günün akşamı kıldık. Üstelik önceki yıllardaki gibi camide değil, evimizde kıldık ilk teravihlerimizi.
Korona derken, karantina derken alışkanlığımız hâline, dolayısıyla hayat tarzı olarak kültürümüz hâline gelmiş birçok şey biz farkında olmadan hayatımızdan çıkıverdi. Sadece kültür denebilir mi hayatımızdan bu çıkıp gidenlere bilmiyorum! İçlerinde âdet olanlar vardı, gelenek olanlar vardı, yaşadığımız karyeye ait olanlar vardı. Ramazan’a has ve son yılların tırnak içinde “görgüsüz zenginlerinin” geleneği hâline gelmiş lüks otel iftarlarından bu yıl kurtulduğumuz için korona ve karantinaya ne kadar teşekkür etsek azdır. Son yıllarda parayı bulmuş (biraz kaba oldu, ama kusura bakılmasın artık) güya muhafazakâr görgüsüzlerin “parayı bulduklarını gösterme yolu” hâline gelen bu lüks, ama aynı zamanda çok bayağı olan iftarlar neredeyse bu kesimde bir gelenek hâline gelmeye başlamıştı. Gelenek alışkanlık hâline geldiğinde hayat tarzı hâline, hayat tarzı olarak kültür hâline dönüşme endişesini oluşturmuştu bende. İnşallah bu yıl korona ve karantinanın yaptığını önümüzdeki yıllarda başka vesilelerle iradî bir şekilde yapanlar olur da kurtuluruz görgüsüzlükten!
Ramazan böyle geçti. Bayram da benzer şekilde geçecek! Yine sokağa çıkmanın kısıtlı hâle getirildiği günlerde geçireceğiz bayramı çok şükür! Bayram arifesi günü sokağa çıkışımız yasak. Dolayısıyla ne kendimize bayramlık alabileceğimiz ne çoluk çocuğumuza! Ne tanıdıklara hediye alabileceğiz ne de eve bayramlaşmaya gelenlere ikram edilebilecek hediye veya şeker – çikolata gibi şeyler alabileceğiz. Almış olsak da biz aldıklarımıza bakacağız, aldıklarımız da bize! Çünkü bayramlaşmak için evimize ne tanıdık dost ve arkadaşlar ne de sadece bizimle bayramlaşmak için gelecek çocuklar olacak kapımızda. Kapımızı bayramlaşma dolayısıyla kimse çalmayacak.
Alınacak hediye ve ikram benzeri şeylerin arife günüyle ne alâkası var diyebilirsiniz. Haklı olabilirsiniz, sizin yetiştiğiniz yerde bayramlık veya bayram hediyesi, bayram ikramı alışverişleri farklı zamanlarda yapılıyor / yapılmış olabilir. Fakat benim çocukluk ve ilk gençliğimin geçtiği yerde tüm bunlar arife gününe bırakılır, hepsi de arife gününe sığdırılırdı. Bir günde o kadar işin, alışverişin hakkından nasıl gelinirdi şaşırırdım, ama hepsi yetişir ve bayram namazına yeni elbiselerle gidilirdi. Çocukluk ve ilk gençliğimden kalan alışkanlıktan olsa gerek bende hâlen bayram alışverişi demek, bayram hazırlığı demek arife günü yapılan şeyler demektir! Alışkanlık, yani kültür, yani hayat tarzı! Hayat tarzımız, en azından bizim hayat tarzı olarak kültürümüz hâline gelen bu şeylerin hiçbirini yapamayacağız bu yıl! Yapamayacağız, çünkü sokağa çıkışımız yasak. Yapamayacağız, çünkü bu alışverişleri yapabileceğimiz yerler kapalı. Yapamayacağız, çünkü bu bayram kimse kapımızı çalmayacak bayramlaşmak için.
Yaşarken farkına varmadığımız çok fazla zenginliğimizin olduğunu ancak onlardan mahrum kalınca, onları yapamayınca anlıyoruz galiba. İnsanın tabiatından kaynaklanıyor belki de bu farkında olmamak hâli. Alışkanlığımız olduğu için fark etmiyor olabiliriz. Hayat tarzı olarak kültürümüz hâline geldiği fark etmiyor olabiliriz, ama arife gününün o telaşı, arife gününün o telaşlı hâli bile ne kadar güzel bir hâlmiş. Bunu arife günü dışarı çıkışımız yasaklanınca, arife günü alışveriş yapacağımız mekânlar kapanınca anlıyormuşuz demek ki! Arife gününün önemli işlerinden biri de sabah mukabelesi okunup hatim duası yapıldıktan sonra kabre ziyarete gitmekti. Tabii ki benim yetiştiğim kasabada böyleydi bu. Kasabanın diğer köylerinde de aynı âdet var mıydı bilmiyorum, ama doğduğum köyde de kabir ziyareti arife günü yapılırdı. Ailede kaç erkek varsa hepsi birlikte kabre gider ve ilk önce en yakınların mezarı ziyaret edilirdi. Ziyarette bulunanlar arasından biri Yasin okur, ardından dua eder varsa okunmuş hatimler onlar bağışlanır (ki mukabeleden çıkılıp gelindiği, o gün sabah namazından önce son cüz de okunduğu için hatim bitmiş olurdu, dolayısıyla mukabeleye devam edenlerin hepsinin birer hatmi olurdu bağışlanacak) ve hep birlikte Fatihalar okunarak ikram edilirdi. En yakınların ziyareti bittikten sonra diğer mezarlara da ziyarete gidilir veya hepsine birden Fatihalar okunarak o günün ikramı yapılmış olurdu. Bu arife günü kabir ziyaretleri de yapılamayacak hâliyle! Bir de çocukların “arife çiçeği” olması vardı tabii ki. Ne heyecandı o “arife çiçeği” olma hâli çocuklar için. Bu yıl “arife çiçeği” de olamayacak çocuklar ne yazık ki!
Son yıllarda (neredeyse bir on yıldır) bayram namazına hiç uyumadan gidiyordum. Çünkü vücut özellikle Ramazan’da sabah dokuz – on yatmaya, öğleden sonra 2 – 3 gibi kalkmaya alıştığı için arife gecesi yatmamış oluyorum. Hem yatsam da uyuyamayacağımdan hem de arife gününün telaşından yatmaya fırsat kalmadığından uyumadan gidiyordum bayram namazına. Bu yıl uyusam da uyumasam da bayram namazına gidemeyeceğim. Çünkü hem sokağa çıkışımız yasak hem de camiler kapalı, bayram namazı kılınmayacak çünkü!
Bak sen şu virüsün yaptığına! Tuz tanesinin on binde biri küçüklüğünde olduğu söylenen virüs seyahatinde yolunu bizim ülkemize de uğratınca yüzlerce yıllık alışkanlıkları, yüzlerce yıllık kültür ve gelenekleri bir çırpıda kaldırıp çöpe atıverdi! Âdet ve geleneklerde böylesine keskin terk edişler herhalde bu neviden felaketlerle yüz yüze gelince yaşanıyormuş demek ki!
Benim endişem karantinanın bizi mecbur ettiği bu eve kapanma hâlini içselleştirip hayat tarzı olarak kültürümüz hâline gelmiş bu güzelliklerin zamanla hayatımızdan da çıkıp gitmesi endişesi. İnsan fıtratı ne yazık ki yapmadığı şeyleri bir müddet sonra unutma üzerine kurulu. Neredeyse iki buçuk aydır Cuma namazı kılmıyoruz, Cuma’ya gitmiyoruz çünkü. Bu gidişle Cuma namazından kopup gideceğiz! Bizim nesil ve bizim yakın çevremiz 12 Eylül Askerî darbesinin ardından “Bu ülkede Cuma kılınmaz, bu Devletin imamlarının arkasında namaz kılınmaz” dedik ve keskin bir tavır aldık, camileri terk ettik, Cuma namazlarını terk ettik. Cuma namazına gitmek, camiye cemaate gitmek hâlen zorlanarak yapmaya gayret ettiklerimiz arasına girdi ne yazık ki! Bu korona nam salgının, bu karantinanın bizim hayat tarzı olarak kültürümüz hâline gelmiş güzelliklerimizden uzaklaştırmasından, onları değiştirmesinden endişe ederim.