Victor Hugo'nun Sefiller adlı romanında başkahraman jan Valjan vicdan adamı olmanın en başarılı örneklerindendir.
Efendim konu özetle şu ki; eski bir kürek mahkûmu olan Jan Valjan açlıktan dolayı ekmek çalmak zorunda kalır ve yakalanır.
Yakaladıktan sonra kuş uçmaz kervan geçmez bir adada, kaçmanın neredeyse imkânsız olduğu bir hapishaneden, birkaç kez firar etme teşebbüsünden sonra nihayet adadan kaçar ve topluma karışır izini kaybettirir.
Hayat devam eder ve Valjan sahte bir kimlikle de olsa sistem içerisinde yer alıp zengin olmuş ve hatta bir kasabanın belediye başkanı seçilmiş ve kendini hayır işlerine adamıştır.
Ama bazen sen geçmişi bıraksan da geçmiş seni bırakmaz...
Valjan’ında geçmiş kimliği, yakasını bırakmaz.
Ve bir gün yine kader bu ya olmaz olan olur
ve kendisine gelen bir haberle duyguları ve düzenli hayatı altüst olur.
Çünkü gazete haberinden kendisi sanılan bir adamın yakalandığı ve mahkemeye çıkarılacağını öğrenmiştir.
Şok haliyle ne yapacağını bilemez durumda...Sabaha kadar vicdan azabı ile kıvranırken ,
kendisi diye bir başka masumun hapse girip girmemesi noktasında ne karar vereceğini, düşünür durur.
Artık düşüncesinin esiri olmuştur.
Ne yapsa ne etse kendini düşünmekten kurtaramaz.
Adeta düşüncesi vücudunu zehirlenmiş, düşüncesiyle zehirlenmiştir.
Bir zamanlar bütün imkansızlıklarına, zorluklarına rağmen, hapishaneden kaçmıştır.
Ancak şimdi düşüncelerinden, kendinden kaçamıyordur.
Öyledir. İnsan nereye giderse gitsin kendini /düşüncelerini götürür.
Valjan'ın durumu da budur. Bedeni en lüks rahat yatağında, ama zihni bedeninin uyumasına, rahat etmesine izin vermemektedir.
Bu şekliyle sabaha kadar bir türlü içinden çıkamadığı karabasandan / ıstıraptan,
sağa sola dönüp durur da yine kendindeki acıdan kurtulamaz.
Kaybedeceklerini düşünür.
Hapisten çıktıktan sonra yeniden kurduğu mutlu hayat ve kazandığı para, statüsü bir türlü gözünün önünden gitmez.
Her şeyi heba edip etmeme konusunda iki arada bir derede kalmıştır.
Şimdi ne yapacaktır!
Fiziksel acıya tekrar geri mi dönecektir.
Ya dönmezse...
İşte o zaman da suçla ve suçluyla hiç alakası olmayan bir masum bu ağır işkenceye maruz kalacaktır.
Karar vermesi zor bir durum...
Böyle bir durumdayken nefesinin kesildiğini hissettiği bir an,
Valjan artık temiz ve masum fıtratından/karakterinden vicdanından / kendinden... kaçamayacağını anlar ve mahkemeye gidip, kendi kendisini ihbar eder.
Şimdi zahirde mahkum olmuştur çoğu nimetten mahrum kalmıştır ama işin enteresan tarafı şu ki, içinde tarif edilemez bir şekilde mutluluğu yaşamaktadır.
Ellerinde kelepçe ama vicdanen ve bedenen özgür olduğu bilinciyle rahatlamıştır.
Çünkü artık tekrarından kendini kazanmıştır.
Evet, maddi olarak çok şeyi kaybetmiştir ama kendisini, masumiyetini, sıradanlığı aşan farkındalığını yeniden fark ederek,
vicdanlı oluşunun farkını ortaya koyduğunu ve kazandığını hisssetmiştir.
Dışarıdaki her şeyi kaybetme pahasına…
İşte bu kararı huzurlu mutlu olmasına yetmiş de artmıştır.
Artık bu saatten sonra neyi kaybederse kaybetsin, kendini ve kendiyle olan dostluğunu kazanmıştır...
Ve işte bileni anlayanı için bu aslında çok şeydir.
Valjan da bunun bilincindedir.
Valjan basit ancak çok zor olanı yapmış, kararsızlığın karanlığından, vicdanının sesini dinleyip özgürleşmiştir.
Maddi olanın esaretine girmektense özgürlüğü tercih etmiştir.
Zahirde mahkum olsa da...
Gerçekte özgürdür.
Şimdi Sefiller adlı romanı ve filmi izleyenler filmle beraber yazılanları düşünürlerse ne demek istendiğini daha iyi anlayacaklar, şüphesiz…
Naçizane sadece filmin bu sahnesinin, kişinin kendi iç muhasebesinin bir insanı insan yapanın ne olduğunun bilinmesi açısından aşikâr kılalım istedim.
Evet, İnsan her şeyden kaçar ama bir kendinden kaçamaz.
Belkide bu durumda söylenmesi gereken, her ne şart altında olursa olsun kişi, anlamlı bir hayat için, ilk önce kendisine karşı dürüst ve güvenilir ve barışık olmayı tercih eden olmalıdır.
Çünkü kendi vicdanında kendini mahkum eden, kendine küser, kendisiyle küs olan da bir başkasıyla sağlıklı dürüstçe ilişki kurup kalıcı dostluk elde edemez.
Öyle değil mi?
Kendine düşman olan, kendi vicdanıyla barışık olmayan nasıl bir başka insana dürüst ve dost olabilir ki?
Aslında faydalı veyahut zararlı bir eylemde bulunduğumuzda eylemin mükâfatını veyahut cezasını ilk önce kendimiz vicdanımıza, kendimize veririz.
Bir insana ya da hayvana, bitkiye yardım ettiğimizde Psikolojik olarak mutlu oluruz. Ya da anlamsızca hak etmediği birisine zarar verdiğimizde mutsuz oluruz. Hak etmediğini biliriz çünkü.
Öyle değil mi?
İşte bunun gibi, düşün!
Doğru bir şey yaptığında insanlar seni anlamasa da sen kendini anlıyorsan işte bu çok şeydir.
Ve her ne olursa olsun, unutma !
Seni senden daha iyi anlayan birisi, şah damarından daha yakın olarak muhakkak vardır.
Yeter ki sen masumiyetini yitirme.
Ve doğru yaptığına samimi olarak inan.
Mevlana da bu durumu anlatan güzel bir hikaye anlatır.
Der ki; Cenabı hak Hz Davut'a dedi ki benim için hicret edip eşten dosttan ayrıldın.
Şimdi ayrılık ateşi kalbini yakmada…
Kalbinde fısıltı şeklinde de olsa diline dökülmese de seni neşelendirecek, çalıp çağıracak arkadaşlar istersin…
Biz onların yerine sana dost olarak doğayı...
Dağları dereleri kurtları kuşları verdik.
Nitekim Hz Davut dualarını okumaya başlayınca dağlar bile sesine ses (eko) verirmiş.
Bütün canlılar onun güzel davudi sesinde ses bulur, ses olurlarmış.
Öyledir bazen vicdanıyla barışık olan ve masumiyetini yitirmeden bu dünyada yaşamaya çalışan ama anlaşılmayan insanları yapayalnız ve garip görebiliriz.
Acaba gerçekte öyle midirler ?
Aslında yalnız olan kimdir?
Kalabalıkların içinde kendi olamayan, yemek içmek ve barınmak için,
vicdanıyla ters düşen, kendine düşman olanlar mı?
Yoksa olanı değil, olması gerekeni murad eden, somut olarak tek gözüken ama İbrahim (as) gibi tek başına bir ümmet olmanın mutluluğunda,
kendiyle dost, kimseye el ayak öpmeden ve içinde dünyaları barındıran düşünsel zenginlikle hercümerç olan mı?
Evet, sonuncular için dışarısı cehennem de olsa onlar kendi kendine cennet kesilenlerdir.
Kimsenin dostluğuna da düşmanlığına da öyle aman aman abartılmış anlamlar yüklemezler.
Çünkü bu içsel zenginliğe gelinceye kadar çok yangınlardan geçmiş, çok bedel ödemişlerdir.
Bu türler, dışarının bütün zorluğuna rağmen,
kendilerine ve diğer insanlara yürüyen cennet gibidirler .
Dokundukları her insanın hayatına anlam katarlar. Çünkü kendileri anlam olmuşlardır.
Kendi içlerinde ve diğer insanlarda hayatın amacının yemek,içmek üremekten öte olduğuna dair bilinç oluştururlar.
Diğerleri ise kalabalıkların içinde, her nerede hangi makam ve mevkide, zenginlikte olurlarsa olsunlar,
Madde de aradıkları cenneti ararken gittikleri her yere... içlerinde ki ateşi ( huzursuzluğu, problemleri) götüren, gittikleri yeri cehennem kılanlardır.
Şimdi, sevgili…
Kendinden, vicdanından ,gerçekliğinden kaçarak bir yere varamazsın.
Vicdanınla barış,
dürüstlüğü kuşan.
Eylemin gücüne inan.
Dışarıda hazine arama, çünkü dışarıda bir şey yok.
Dışarısı, diğerleri cehennem,
kendin hazine ol.
Vesselam.