Olmadık bir sürü şeyi kafaya takar, İçinde bulunduğum duruma üzülür, Neden olmadı, niye olmuyor diye hayıflanır dururum. Tam da o anda Duha 5.Ayet imdadıma yetişir. “Vakti geldiğinde Allah sana gönlündekini verecek ve seni hoşnut kılacak” Su gibi ekmek gibi, hava gibi ihtiyaç duyduğum bu “Ayet” hayatımın “kılavuz çizgisidir” çoğu zaman.
Aslında “Patolojik” düzeyde bazı şeyleri aceleye getirdiğim için, bazende “Ayet” aklımdan çıkıverir. Vakti beklemek zor gelir, acele ettiğim için nihayetinde sonuca ulaşmak pek mümkün olmaz.
Acele ettiğimde o kırmızı ışık asla yeşile dönmez.
Hemen karar verdiğim için “Büyük resmi” asla görememişimdir.
Hızlı düşündüğümde elimden gelenin en iyisini yapamamışımdır çoğu zaman.
“Ara vermediğim zamanlar yorulmuşumdur”.
Asansöre bindiğimde kapıyı kapat düğmesine sürekli basarım. Asansörde bir saniye bile beklemek zor gelir bana.
Nefes almadan yediğim için Her yemekten sonra mideme ağırlık çöker.
Dövülmeden çoğu zaman ağladığımı bilirim. Dereyi görmeden paçalarımı bile sıvadığım olmuştur.
Eşim her hangi bir şey hakkında konuştuğunda, tam anlamadan ve dinlemeden, acele cevap verdiğimde, bazı zamanlar kalbini bile kırmışımdır.
“Emin misin” sözünü kendime sormayı bir türlü öğrenemiyorum.
“Erken gitmeninde geç gitmek olduğunu” beklerken anlarmış insan.
Acele etmediğinde her yere yetişirmiş insan. Zira “aceleci sinek süte düşermiş”.
Sakin olmak benim neyime, selektör niçin icat edilmiş olabilir ki?
Her şehir dışına çıkışımda, arkamdan radar cezaları mutlaka postaya verilir. Standartlarımı hiç bozmam.
Sıra bekleyemem mesela, çoğu zaman sıra bitsin diye takı törenini bile kaçırmışımdır.
Uçağa erkenden bindiğimde, aheste aheste gelen arkadaşa hep özenmişimdir. Uçak yere indiğinde ise, kapıları hemen açın diye bağırasım gelir.
Şimdilerde daha iyi anlıyorum. “Terazi var, tartı var; her şeyin bir vakti var”; derdi Annem.
Ziya Paşa ne güzel Özetlemiş.
“Tencereyi bile ocakta yavaş yavaş ustaca kaynatmak gerekir. Delice kaynayan tencerenin pişirdiği yemekten hayır gelmez”.
Son Sözü “Fernando Pessoa” ’ya bırakalım.
"Acelem yok. Ne için acele?
Güneş ve ayın acelesi yok; haklılar.
Acele etmek kendimizi sollayabileceğimizi zannetmek.
Ya da gölgemizi aşabileceğimizi.
Hayır, acelem yok.
Eğer kolumu uzatırsam, sadece kolumun yetiştiği kadar uzağa uzanabilirim
bir santim dahi fazlasına değil.
Parmağımın değdiği yere dokunuyorum, düşündüğüm yere değil.
Sadece olduğum yere oturabilirim.
Bu saçma gelebilir, aynı tüm kesin hakikatler gibi,
ama gerçekten saçma olan her zaman nasıl da başka bir şey düşünüyor olduğumuz,
ve her zaman burada ve o başka şeyin dışında olduğumuz."
Neşeyle ve sağlıkla kalın…