Bakanlığımızın ismi bile ‘Millî ile başlarken ‘Millî Eğitim’ deyince, nedir bu, küreselleşmenin bu boyutunda eğitimin Millî’si mi olur dediğinizi duyar gibiyim. Üretimde yerli ve milli nasıl bağımsızlığımızla alakalı ise eğitimde de öyledir.
Öğretilen bilimsel genel geçer bilgiler aslında tüm dünyada standarttır. Bununla ilgili olarak Yüksek Öğretimde Bologna süreci ile başlayan standart eğitime geçilmeye başlandı. Avrupa Birliği’nin iyi çalışma örneklerinden birisidir. Böylece Londra’da tıp eğitimi müfredatı nasılsa Van’da da aynı olması hedeflendi. Biz de yurt içinde Ulusal Çekirdek Eğitim Programı(ÇEP) adı altında kendi içimizde standardizasyona başladık. Özellikle ÇEP çalışmasında görevli hocalarımız Ulusal ÇEP’in güncellenmesi yerine yeniden yapılandırılması planladı. Ulusal ÇEP’te, Tıp Fakültelerinin kendi farklıklarını korumasına izin verecek şekilde, genel bir çerçevenin sunulması, ayrıntıların fakültelere bırakılması görüşü benimsendi. Bologna süreci Avrupa Birliği’nin, ÇEP çalışması da bizim standardizasyon çalışması idi.
Eğitim esnasında yapılan vurgular, atıflar bilim için nereleri takip ettiğinizi gösterir. Tıbbın babasının Hipokrat olduğu, hukukun babasının Grotius olduğunu söyleriz. Ama ilk hukuki metnin Mezopotamya’da milattan önce ikibinli yıllarda yazıldığını ihmal ederiz. Yine milattan önce yedi-sekizyüzlü yıllarda Hipokrat’ın da yaşadığı İyonya ve Lidya’nın bilimsel ilerlemesini Antik Mısır ziyaretleri ile, özellikle de İskenderiye kütüphanesinde geçirdikleri zaman boyunca yaptıkları araştırmalara borçludurlar. Felsefenin babası Sokrates, bilimin babası Aristo.. Bu babaların ya kendileri ya da öğretmenleri İskenderiye Kütüphanesi(Antik Mısır) mahsulüdür. Modern bilimde tüm ilksel atıflar bu babalara yapılırken Matematiğin babası olarak kabul edildiği halde bu ilksel atıflardan hakkını alamayan Ortadoğu’lu Harizmi’dir. Tıpta İbn-i Sina’ya da atıfı çok görür bu ecnebiler.
Özetle anlatmak istediğim bilimin kaynağını kendileri olarak gösterirler bu kibir abidesi batı. Kendi Millî anlayışları budur. Bu yüzden eğitim sürecinde daha çocuk yaşta kendilerinin üstün ve asil olduğu, kalan tüm dünya milletlerinin geri, çağdışı hatta gerizekalı olduğu benimsettirilir. Tabi ötekileştirilen toplumların millî eğitimlerine öyle müdahalelerde bulunurlar ki yetişen çocukları benlik yetmezliğine sokarlar. O yüzden biz misafirperver, Ortadoğu zeka fukarası gerici, Afrika köledir. Batı’dan gelen Hintlilerin efendisidir, Çin’li onlara mutlak saygı duyar, Japon zaten sadıktır.
Batı dünyayı bu duruma soykırımlarla sokmuştur. İtiraz eden her milleti ölümlerle dize getirmiştir. Kendileri yapmıştır, veya maşa kullanmışlardır. Tıpkı Suriye’deki Sünnileri öldürmek için Şii’leri veya kullandığı gibi, Afrika’da kabileleri birbirine kurdurduğu gibi.. Bazen ülkede sakat sayısını artırmak için sadece ellerini kestiği insanlar var. 1918’de Filistin’de 15 bin Türk askerinin İngilizler tarafından kör edilmesi de buna örnektir. Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombaları da.
Bunların milli Eğitimle ne alakası var demeyin. Eğitim hayatımız boyunca hangi birini doğru öğrendik bunların? Ve nicelerini? Bunların yerine öğretilen neler? Yunanistan gibi kendinden bitik ülkenin bize denk gösterilmesi, düşman belletilmesi normal mi sizce? Kendi başımıza bişey yapamamamız ve dışa bağımlı olma zorunluluğumuzu kendi kendimize dikte ediyoruz? Doğrusunu batı bilir deyip batı öğretilerini kabullenişimiz hayat tarzımız değil mi? Batının demokrasisi idolümüz değil mi? Peki bu batı her yere demokrasi götürüyoruz derken, kan ve ölüm elde kalan değil mi?
İşte bu yalan öğretiler eğitimin millî olmaması sonucu olur. Ben Yüksek Öğretimi bildiğimden çalışma örneklerini oralardan verdim. Gerek üniversite gerekse öncesi eğitimde batının vurduğu prangalardan kurtularak özgün eğitim gerçekleri ile çocuklarımızı, gençlerimizi yetiştirmeliyiz. Eğitimin Millî’si böyle olur…
Bu arada formül basit..
2M (Maske, Mesafe)
2E (Ellerini yıka, Ellerini yüzüne değdirme)