Nuri Pakdil vadesini doldurdu ve ebedî yurdumuza göçenlerin arasına katıldı. Bu dünyadaki misafirliği 1934 ile 2019 yılları arasındaymış. Allah taksiratını affetsin, seyyiatını hasenata tebdil eylesin.
Farklı bir kişiliği, farklı bir tavrı vardı. Son 7 – 8 yıldır kamuoyunun çokça gündemine geldi. Üstelik daha önce edebî kamu diyebileceğimiz kesimin tanıdığı, bildiği Nuri Pakdil tahayyülüne hiç de uymayan haliyle gündeme geldi. Başta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın katıldığı toplantılar olmak üzere, katıldığı kamuya açık toplantılarda kendine has olarak bilinen sloganlarını istedi kalabalıklar ondan. O da kalabalıkların taleplerini geri çevirmedi ve “anti Firavunist, anti emperyalist” diye başlayan ve “bizim ezelî ve ebedî ulu önderimiz” diye devam eden ve “ne mutlu Müslümanım diyene” diye biten sloganlarını kalabalıklar önünde çekinmeden dile getirmeye devam etti.
Nuri Pakdil ismi artık kalabalıklar tarafından Bağlanma yazarı olarak değil, Kudüsler ve Anneler şairi olarak değil kalabalıklar önünde slogan atan bir farklı kişilik olarak biliniyor ve muhtemelen de öyle bilinmeye devam edecek.
Burada daha önce Nuri Pakdil’in rahatsızlığı üzerine Sayın Cumhurbaşkanı’nın başta Sağlık Bakanı olmak üzere tedavisinden sorumlu doktorlara verdiği talimatı dile getirmiştik.
Şimdi de Sayın Cumhurbaşkanı’nın bir başka talimatından bahsedeceğiz burada. O talimattan önce kabrinin Taceddin Dergâhı avlusunda bulunması üzerine hızlı bir şekilde Bakanlar Kurulu Kararı’nın çıkarıldığını ve hem Bakanlar Kurulu’nun hem de Bakanlar Kurulu’nun başı olarak Cumhurbaşkanı’nın Nuri Pakdil’e bir kadirşinaslık gösterdiğini de hatırlatmamız gerek. Cenaze namazının ise Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş tarafından kıldırılacağı bilgisi olmasına rağmen, ne olduysa olmuş cenaze namazı Mehmet Görmez tarafından kıldırılmıştı. Cenaze namazının kimin tarafından kıldırılacağı bilgisi kamuoyu ile paylaşılmadan önce bazı telefon görüşmeleri yapılmış ve Ali Erbaş’ın namazı kıldırmamasının uygun olacağı değerlendirmesi yapılmıştı. Bu ise bize Kâinatın Fahri Efendimizin mübarek naaşlarının ortada kalması, cenaze namazını ise sadece 7 kişinin kılması hadisesini hatırlattı. İktidar dediğimiz, siyaset dediğimiz öyle bir şey ki Allah’ın “âlemlere rahmet olarak gönderdim” dediği ve Habibullah olarak sıfatlanan Efendimizin naaşlarının bile ortada kalmasına sebep olabiliyor. Hayattayken cennetle müjdelenmiş sahabeler hayatta olmasına rağmen sadece 7 kişi cenaze namazını kılıyor. Nuri Pakdil’i taklit ederek biz de “Kahrolsun iktidar, kahrolsun kara siyasa” mı desek acaba! Nuri Pakdil’in cenaze namazının kimin tarafından kıldırılacağı meselesi de ne yazık ki siyasete kurban edildi. Yine ne yazık ki bu konuda bildiklerimizi yazamıyoruz! Nuri Pakdil’in cenazesinin üzerinden yapılan hesaplaşmayı tasvip etmediğimiz için yazamıyoruz, yoksa çekindiğimizden değil!
Nuri Pakdil aslî vatanımıza göç ettikten sonra Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan bir talimat daha vererek en kısa zamanda Nuri Pakdil Evi’nin hazırlanmasını istedi.
Sayın Cumhurbaşkanı bu talimatını Nuri Pakdil’in Maraşlı olması hasebiyle olsa gerek yine Maraşlı olan Kültür eski bakanlarından Mahir Ünal’a verdi. Talimatın hangi cümlelerle verildiğini bilemesek de “Hemen harekete geçin, biran önce Nuri Pakdil ağabeye layık bir Nuri Pakdil Evi kurun. En kısa zamanda bitirin bu işi” şeklinde vermiştir muhtemelen.
Mahir Ünal harekete geçti mi bilemeyiz, ama Nuri Pakdil Evi’nin kurulması için birkaç kişiye danıştığını biliyoruz.
Nuri Pakdil Evi’nin yeri de belirlendi: Hamamarkası’nda eski Ankara evlerinden biri bu proje için uygun bulundu. Evin caddeye bakan kısmından Taceddin Camii ve Nuri Pakdil’in kabri de görünüyor.
Kulislerde konuşulanlara göre Nuri Pakdil’in evindeki eşyalar Hamamarkası’ndaki bu eve taşınacak. Burada bir sorun var yalnız: Nuri Pakdil’den sağlığında kitaplığının Cumhurbaşkanlığı Külliye’sinin sınırları içinde açılışa hazırlanan Millet Kütüphanesi’ne bağışlayacağı sözünün alındığını biliyoruz. Nuri Pakdil kitaplarının bağışlanması teklifini götüren arkadaşa “Ancak ölüm vaki olduğunda kitaplarının kütüphaneye taşınabileceği” kaydı ile Külliyeye bağışlamıştı. Şimdi bu kitaplar Nuri Pakdil Evi’ne mi konacak, Külliyedeki kütüphaneye mi taşınacak? Bu sorunun nasıl aşılacağı ise şimdilik meçhul!
Maliye bürokrasisi hortlamış
Ankara kulislerinde ilginç bir hadise konuşuluyor 7 Kasım Perşembe gününden itibaren. Kulislere göre Cumhurbaşkanlığı ve Maliye Bakanlığı’nı ilgilendiren bir hadise yaşanmış o gün!
Bir tanıdığım var Cumhurbaşkanlığı’nda çalışan. 7 Kasım Perşembe günü Cumhurbaşkanlığı’ndan kalkmış Maliye Bakanlığı’na, bakanlığın bir genel müdürlüğüne gitmiş. Bana aktardığı kadarıyla hadise şöyle cereyan etmiş:
Maliye Bakanlığı’nda ismini açıklamadığı bir genel müdürü görmeye, ona bir hususu danışmaya gitmiş. Cumhurbaşkanlığı’ndan çıkmadan önce sekreter vasıtasıyla geleceği bilgisini de vermemiş. Şunu merak ediyormuş çünkü: Sekreter vasıtasıyla aratmadan gittiğinde bürokrasi Cumhurbaşkanlığı personelini acaba nasıl karşılıyor?
İlgili genel müdürün sekreterine “Cumhurbaşkanlığı’ndan geliyorum. Falanca birimde görev yapıyorum. Genel müdürle görüşmek istiyorum” demiş. İsmini söylediği birimin adını duyunca normalde genel müdürün hemen kapıya kadar gelip kendisinin buyur etmesi beklenirmiş. Çünkü o kadar önemli bir birimmiş arkadaşımın, ismini söylediği birim! Genel müdürün sekreteri ismini, telefon numaralarını almış kaydetmiş. Fakat genel müdür Cumhurbaşkanlığı’ndan gelen bu personelin hangi konuda görüşmek istediğini bilmediği halde, daire başkanı bilmem kim ile görüşmesi için o daire başkanına havale etmiş.
Arkadaşım, hiçbir şey demeden genel müdürün odasının hemen yanındaki daire başkanının sekreter odasına girmiş. Daire başkanının sekreterine de Cumhurbaşkanlığı’ndan geldiğini, bilmem kim bey ile görüşmek istediğini söylemiş. Daire başkanının sekreteri de telefon numaralarını kaydettikten sonra meseleyi daire başkanına arz etmiş.
Sonuç?
Sonuç şu: Daire başkanı da Cumhurbaşkanlığı’ndan gelen personelin niçin geldiğini, ne görüşeceğini bilmeden görüşmeyi kabul etmemiş ve odasının tam karşısında görev yapan memura havale etmiş bizim arkadaşı!
O arkadaşımın ve Ankara kulislerinin bu konudaki değerlendirmesi ise kısaca şöyle özetlenebilir:
Bürokratik oligarşi yeniden hortlamış. Ne genel müdür, ne daire başkanı Cumhurbaşkanlığı’ndan gelen personelin hangi meseleyi görüşeceğini bile sormadan görüşmeyi reddetmesi ve bir altına meseleyi havale etmesi aynı zamanda şu anlama gelebilirmiş:
Bürokrasi de birtakım siyasiler gibi “Recep Tayyip Erdoğan’ın gidişine yatırım” yapmışlar. Yaptıkları hesaplamalara göre kısa bir zaman sonra erken seçim, erken seçimde de Cumhurbaşkanı’ndan kurtulacaklarını, Cumhurbaşkanı’nın değişeceğini hesap ediyorlar. Buna yatırım yapanların hepsi büyük bir hayal kırıklığına uğrayacaklar ve iki seksen uzanacaklar!
O arkadaşım ne mi yapmış?
Cumhurbaşkanlığı’na dönmüş ve Maliye Bakanlığı’nda yaşadıklarını ilgili kişilere aktarmış!
“Kendilerini paralel bir Cumhurbaşkanlığı olarak görüyorlar herhalde!” diyerek Maliye’de yaşananlar bir yere not edilmiş!