“Babamın ameliyatı için evimizi sattık.” “Kardeşimin tedavisi için koyunlarımızı, tarlalarımızı sattık.” “Hanımı hastaneden taburcu ettirmek için 10 tane senet verdim.” “Hastane borçlarımı ödeyemediğim için rehin tutulan yeni doğan bebeğimi hastaneden kaçırmak zorunda kaldım” 2000'li yılların başında bu cümleleri duymak oldukça sıradandı.
Yine aynı dönemde hastane binalarımız ekonomik ömürlerini tüketmiş, bakım onarım maliyetleri çok artmıştı. Depreme dayanıklı olması için güçlendirilmeleri ya da yeniden inşa edilmeleri gerekiyordu. Minicik havasız muayene odaları; sıkış tepiş, basık tavanlı, ağır koku sarmış koridorlar normal geliyordu herkese. 15 metrekare odada yatan 4 hastanın olduğu servisler büyük lükstü. Tavanı akan, hijyenik olmayan ameliyathaneler, yetersiz laboratuvarlar olağandı. MR, tomografi, yoğun bakım, nitelikli yatak? Hak getire.
“Sağlıkta Dönüşüm Projesinin” devreye girmesiyle tüm vatandaşlarımız devlet güvencesi altında her geçen yıl artan bir kaliteyle sağlık hizmeti almaya başladılar. 2002'den bu yana Bursa'da 68 yeni sağlık tesisi hizmete girdi. Hastanelerdeki yatak sayısı yüzde 250 arttı. Hele yoğun bakım yatak sayısı tam bir patlama yaptı. 2002'de Bursa'nın tamamında sadece 62 adet yoğun bakım yatağı varken bu sayı Bursa ve ülke genelinde neredeyse 20'ye katladı.
Sağlıkta gerçekleşen muhteşem gelişimin baş tacı olan şehir hastaneleri bir hastanın ihtiyaç duyabileceği her şeyi konforlu, nitelikli ve kaliteli bir hizmetle sunuyor.
“Sıra kalmadı, hastanemizde yok” gibi mazeretler artık geçerli değil. Teknoloji kullanımı öyle üst düzeyde ki birçok alanda Dünya'daki ilklere imza atıldı. Japonların şehir hastanelerindeki ‘sismik izolatörleri’ incelemeye geldiğini, ABD'nin şehir hastanelerine teknoloji kullanımıyla ilgili ödüller verdiğini biliyor muydunuz?
Şehir Hastanesi kapısından ilk kez içeri giren Hasan Amcam diyor ki: “Otel mi, AVM mi bilemedim, çok ferah olmuş, ücretli sandım ama bir kuruş ödemedim.” Ayşe Teyzem ise: “Danışmadaki kıza sordum nereye gideceğim diye, aldı götürdü beni 5 dakikada sıram geldi, çok memnunum” diyor. Yatarak tedavi alan kızının başında refakatçı olan Hatice ise: “Kızım hastanelerden korkardı. Burası ona hastane gibi gelmiyor, korkmuyor” diyor.
Şehir Hastanesi’nin kapısından hiç girmemiş bazı muhalif kişiler ise şunu diyor, “Şehir hastanelerinde verilen hizmetler fazla kaliteli, maliyeti yüksek, devlet bütçesine çok yük bindiriyor. Bu seviyede sağlık hizmeti vermek bizi batırır...” Bu muhalif arkadaşlara şunu söylemem lazım: Siz, “bidon kafalı, dağdaki çoban” dediğiniz bu millete en gelişmiş, en kapsamlı sağlık hizmetini çok görüyorsunuz. İdeolojinizi kenara koyun, vicdanınızla konuşun. Ayrıca bu konuda sağlık bakanımız bakın ne diyor, “2002' den 2019'a sağlık hizmetlerinde sağlanan gelişmelere rağmen sağlık harcamalarının GSYH içindeki payı yüzde 5,2’den yüzde 4,5’e düşmüştür. Bu durum sağlığın finansal sürdürülebilirliği ile ilgili oldukça başarılı olunduğunu göstermektedir.”
Yani neymiş “Türkiye büyüyor, sağlıkta hizmet kalitesi ve tesisleşme artıyor, ama ekonomi bundan olumsuz etkilenmiyormuş” Velev ki etkilendi diyelim hayatta her şeyin başı sağlık değil mi? Bir devlet vatandaşına daha kaliteli sağlık hizmeti vermek istemekle suçlanabilir mi? Sağlığın kıymetini hastaya, hastası olana sormak lazım, gerisi boş laf.