İlk Osmanlı başkenti olan Bursa’nın “Avrasya” şehri olarak portresi
Akdeniz ticaretinin başkenti
Bursa’nın Yıldırım Bayezid (Bayezid I) zamanında bir ticaret merkezi, Tebriz-İstanbul ticaret yolunun odak noktası yapılması ile şehrin Osmanlı ekonomisinin can damarlarından birisi olması sağlanmış, böylece zaman zaman kesintiye uğrasa da, Bursa, ekonomisi hep canlı olan şehirlerden birisi olagelmiştir. Bu canlılık, bugün de devam etmektedir.
Tebriz-İstanbul ticaret hattı, Erzurum, Erzincan ve Sivas’tan geçiyordu ki, bu bölgeler o devirdeki mamurluklarını, büyük ölçüde bu yolun işlekliğine borçluydu. Fakat bu yolla rekabet halinde olan alternatif güzergâh, Tebriz’den çıkıp Trabzon’a varan ve oradan deniz yoluyla İstanbul’a ulaşan deniz yoluydu.
İlhanlıların Anadolu’daki hakimiyeti zayıflayıp beylikler kurulunca, Tebriz-İstanbul yolunu katetmek güçleşti, zira pek çok beyliğin topraklarından geçmek ve her birine ayrı ayrı vergi ödemek, yol güvenliği de tam sağlanmadığı için ara sıra da eşkiyaya “baç” vermek tüccarlar üzerinde yıldırıcı bir etki yaptı. Aksi halde kervanları yağmalanıyor, bütün emek ve sermayeleri mahvoluyordu.
Bunun üzerine Anadolu’dan geçen yol, cazibesini kaybetti. Can ve mal güvenliğinin olmayışı, o zamana kadar tali önemdeki Trabzon-İstanbul deniz yolunu canlandırdı. Sonuçta Anadolu şehirlerini besleyen damar kurudu ve Trabzon bu işten kârlı çıktı. Erzurum, Konya, Sivas fakirleşirken Trabzon gelişti, zenginleşti.
Osmanlı Beyliği ilk fetihlerini gerçekleştirirken, Anadolu ticaret yolları zayıflamış durumdaydı. Yalnız Tebriz-İstanbul yolu değil, Romalıların Via Egnetia, Osmanlıların Sol Kol dedikleri Balkanları enlemesine keserek İstanbul’a ulaşan yol ile İstanbul ile Antalya’yı, dolayısıyla Doğu Akdeniz ticaretini birbirine bağlayan yol da aynı kötürümlükten acı çekiyor, çeşitli beyliklerin egemenlikleri altına girmiş olduğu için zor nefes alabiliyordu.
Osmanlılar ilk olarak, Anadolu’da İlhanlılardan sonra bozulan birliği yeniden kurmayı hedeflediler. Bursa’yı fethettikten sonra gayet planlı ve bilinçli bir strateji izleyerek önce Amasya-Tokat-Erzincan hattını ele geçirmeye çaba gösterdikleri açıkça takip edilebiliyor harita üzerinde. Hedef, o zamanlar Rumların elinde olan Trabzon’a yönelişi engellemek ve Anadolu’da birliği temin ederek tüccarlara, tıpkı eskiden olduğu gibi can ve mal güvencesi vermekti. İran’dan yola çıkan ipek kervanları, bu güvenceden sonra Erzincan, Amasya ve Tokat hattını izleyerek batı Anadolu’ya ulaşıyordu. Özellikle Bursa’da kendilerine sağlanan geniş barınma, alış-veriş imkân ve avantajları sayesinde (eski Bursa’nın en merkezi bölümlerinden birisi, hanlarla kaplıdır bu yüzden) gerek İstanbul, Selanik ve Floransa’ya, gerekse İzmir, Isparta, Antalya ve Alanya yoluyla Suriye, Mısır ve Arabistan’a mal satabilmekte ve oradan gelen malları alabilmekteydiler.
Karamanoğulları ile giriştikleri zorlu mücadelenin de temelinde şuursuz bir şekilde, ne pahasına olursa olsun imparatorluğu genişletmek arzusu değil, büyük ölçüde ticaret yollarının güvenliğini sağlamak gayesi yatmaktadır. Zira sanayinin olmadığı bir devirde devlet ve tebanın en büyük refah kaynağı, ticaret ve zanaattı.
Böylece İlhanlılar devrinin ticari canlılığını yeniden tesis eden Osmanlılar sayesinde Bursa, imparatorluğun siyasî ve ticari merkezi haline gelmiş, 14. yüzyıldan itibaren zenginlik ve itibarının zirvesine çıkmış, bugünkü Bursa’ya da kimliğini veren mimari eserlerle şenlendirilmişti.
Orta Asya’dan Bursa’ya
Ekonomik cazibesi artan Bursa’nın kültürel cazibesi de artmakta gecikmedi. Medreseleri çok değerli hocalarla dolup taşmaya başladı. İslam dünyasının en önemli kültür aktarım müesselerinden birisi olan tarikatların yeni kolları kuruldu. Zanaatkârlar Ceneviz’den, Anadolu’nun ve Asya’nın çeşitli bölgelerinden Bursa’ya akın ediyorlardı. Mesela I. Murad’ın yaptırdığı Hüdavendigâr Camii’nin ön cephesi, ikiz sütunlu pencereleriyle tam bir Kıbrıs ve Venedik saray mimarisi havasındadır.
Bursa’da bu tür istisnalara bol bol rastlanır. Camilerin içinde Korinth sütun başlıkları bulursunuz, Yeşil Camii gibi örneklerde Hıristiyan mimarisinden devşirilmiş “okülüs”lere, yahut aydınlık fenerlerine rastlarsınız, minarelerin altındaki şadırvanlarda suyla oynayan çocukları görürsünüz. Hatta Yeşil Camii’nin doyumsuz mavi çinilerinin üzerinde inşaat işçilerinin padişaha düştükleri notu okuyabilirsiniz.
Emir Sultan adlı “şehri koruyan evliyası” (saint of city) vardır Bursa’nın. Buhara’dan Peygamber Hz. Muhammed’in rüyasına girerek emir vermesi üzerine yola çıkan Emir Sultan’a gideceği yeri, üç tane kandil gösterecektir. Kandillerin rehberliğinde Buhara’dan Bursa’ya gelen Emir Sultan, buraya yerleşeceğini kandillerin sönmesinden anlar. O zamandan itibaren Bursa’nın en sevilen ve kendisinden yardım istenen din büyüklerinden birisi olur.
Semerkantlı hükümdar Timur, 1402 Ankara savaşı’nda Osmanlı ordusunu dağıttıktan sonra Bursa’nın ileri gelen ilim ve sanat adamlarını Orta Asya’daki sarayına götürmek istemiştir. Ne gariptir ki, artık Bursa’nın bir parçası haline gelmiş olan Emir Sultan, bir daha geri dönmek istemez ve Timur’dan Bursa’da bırakılmasını rica eder. Timur da onun bu arzusunu anlayışla karşılar, salıverir. (Emir Sultan, Yıldırım Bayezid’in kızıyla evlidir.) Bugün kendi adıyla anılan semtte ve kendi adıyla anılan ancak III. Selim döneminde yeniden yaptırılan camiinin karşısındaki türbesinde hem Bursalıların, hem de Anadolu’nun çeşitli yerlerinden gelen ziyaretçilerini karşılamaktadır.