Kelimelerin zihnimizde yaptığı çağrışımlar bizim zihin dünyamızın şekillenmesinde de etkin bir faildir. Sadece zihnimiz değil tabii ki bu fiilin ortaya çıkmasıyla etkilenen. Fail kelime olabilir, o kelimenin harekete geçirdiği hafızamız olabilir, ama fiili ortaya çıkaran o kelimeye muhatap olan olarak bizizdir. Konunun asıl fail, asıl failin etkilemesiyle harekete geçen ikincil düzeydeki fail gibi meselelerine girmiyoruz. O meselelere girmek bizi doğrudan tasavvuf, kelâm gibi sahalara çeker ve boyumuzu ve haddimizi aşan bu alanlarda hadsizliğe hamledilebilecek lafızlar serdederiz dilimize hâkim olamadığımız için!
Dışardan gelen ve muhatap olduğumuz kelimelerle birlikte bizim zaten sahip olduğumuz veya sahip olduğumuzu sandığımız kelimelerden müteşekkil bir lisanımız vardır ve biz bu lisanla meramımızı ifade ederiz. Sahip olduğumuz bu lisan bizim aynı zamanda düşünme biçimimizi belirleyen diyerek bir kesinlikle ifade etmeyelim de düşünme biçimimizi etkiler diyerek kesinliği biraz yumuşatalım. Ne kadar yumuşatırsak yumuşatalım, işte o sahip olduğumuz kelimelerle meram ifade etmenin yanı sıra bedii birtakım ihtiyaçlarımızı da bir nebze olsun karşıladığımıza inanırız. Bedii ihtiyaçlarımız dediklerimiz ise günümüz dünyasını göz önünde bulundurarak söyleyecek olursak, sınırlı bir kesimi ilgilendiren ihtiyaçlardır. Şiir de bu bedii ihtiyaçlarımızdan biridir.
Sınırlı bir kesim diye sınırlandırmamızın sebeplerinden biri de çok fazla şiirin cemiyetin her katmanı tarafından biliniyor ve seviliyor olması diyebiliriz. İlahi – nefes – gazel – kaside gibi sonradan yapılmış tasnifler içinde zikredilen şiirlerin sınırlanabilecek bir alıcı kesiminin olmadığı uzun zamandır biliniyor. Cemiyetin en iyi yetişmiş kesimi tarafından da bu şiirlerin sevildiği malum. Aynı şiir okuryazar olarak bile kabul edilmeyen kesimler tarafından sevilip okunduğu, çünkü o şiirlerin ümmî kişilerin de ezberinde olduğuna çoğumuz şâhitlik ettik hayatımızda. Hatta o ümmî olarak tasnif edilen kesim için bu şiirlerin bir nevi takdis edilmiş metinler olarak da işlev gördüğünü söylemek mümkün. Onlar için mesela bir Yunus ilahisi, bir mevlid bahri, bir Fuzuli gazeli mukaddes nefes işlevindedir. Muhtemelen yaşı 40’ın üzerinde olanların hayatlarında bu takdis edilmişliğin bir biçimde kendini gösterdiği sahnelere şâhitlik etmişlerdir. Fuzuli’nin bir gazeli veya mevlidden bir bahir ümmî bir insanın hangi ihtiyacına karşılık geliyordur veya o ümmî şahsa bu metinler bir şey mi söylüyordur? Muhtemelen çok şey söylüyor. Yoksa ümmî bir şahıs o gazeli yahut o ilahiyi niye ezberine alsın. Sadece ezberine almakla yetinmediği gibi hafızasında saklıyor da. Ezberlemenin aynı zamanda hafızada saklamak anlamına geldiği söylenecek muhtemelen, ama hafızada hıfzetmek ile ezberlemek aynı şey değildir nazarımızda. Hafızada hıfzediyorsanız, hıfzettiğiniz o şeyi sizden bir sonraki nesle veya bir başka kişiye de nakledersiniz. Çünkü hıfzetmek sadece korumak için değil aynı zamanda nakletmek için yapılan bir şeydir de. Ortak hafıza da zaten bu neviden nakillerle meydana gelir. Ezberlemekle yetinmez ümmî şahıslar o gazeli, kasideyi veya ilahiyi aynı zamanda duydukları ya da talim ettikleri makam ile teganni de ederler. Belki de talim edilen o makam ile teganni etmek o şiirin hıfzedilmesini kolaylaştırıyordur. Kim bilebilir ki!
Ümmî şahısların ezberi üzerinden gidelim. İhtimaldir ki o insanlar bedii birtakım ihtiyaçlarını gidermek için o şiirleri ezberlemiyor, hafızalarında hıfzetmiyorlardı. Ortak hafızanın onların dünyaya bakışlarını belirleyen dillerine bu şiirlerden bir karşılık buluyorlardı muhtemelen. İşte buldukları bu karşılıktır ki o ümmî şahısların bir ihtiyacına karşılık geliyordu. Karşılık gelen bu şey her ne ise şiirin onlara söylediği de işte o şeydi. Öyle üniversitelerin edebiyat şubelerinde yapılan ihtisas çalışmalarında tespit edilen anlamlar değildir muhtemelen ihtiyaca karşılık gelen anlam. Fuzuli’nin bir gazeli üzerine yüzlerce sayfa ile ifade edilebilecek anlam aramak için teşrih masasına yatıran ihtisas çalışmasında tespit edilen anlamların muhtemelen hiçbiri, o şiiri ezberlemekle kalmayıp hafızasında hıfzeden o ümmî şahıs için bir anlam taşımayacak. Muhtemelen iyi eğitim almış olarak adlandırılan kişiler nezdinde çok basit olarak değerlendirilebilecek bir şey söylüyordur ve söylenen o şeyden dolayı ezberlenmiştir zaten o şiir de. Halk irfanı dersek buna meseleyi izah etmiş olamayacağımızı biliyoruz. Çünkü irfan dediğimiz şey her ne ise işte o şey biz okuryazarların hafızasında ne yazık ki öyle basit bir cümle ile izah edilebilecek kadar sarih ve anlamı açık bir mefhum değil ne yazık ki! Bu, mefhumun anlamının kapalılığından kaynaklanan bir durum değil. Aksine bizim zihinlerimizin çok karışık olmasından kaynaklanan bir durum olduğu için irfan dediğimiz şeyi vuzuhla ortaya koyamıyoruz. En azından bu durumun benim için geçerli olduğunu söyleyeyim de başkalarını töhmet altında bırakmayayım!
Mesela ezberlenen o şiir ümmî şahsın ortak hafıza dolayısıyla sahip olduğu bir kelimeye ve o kelimenin tedailerine karşılık geliyor olabilir. Ortak hafızanın da etkisinin olduğu, ama asıl gücünü o ferdin fıtratından getirdiği şeyden alan içindeki bir hisse, o hissin ifade edilmesine karşılık geliyor olabilir. O karşılık gelen şey her ne ise işte o şey için şiir ezberlenmekle kalmaz hafızada bir sonraki nesle nakletmek için hıfzedilir de. Şiirin söyleyebildiklerinden biri hafızada korunacak kadar değerli hale getiren bu karşılık olabilir mi diye düşünmeden edemiyor insan!