Cumhuriyeti kuran irade ve kurucu kadronun gelecek tasavvuruna uygun makbul ve muteber vatandaş oluşturmanın zemin taşları döşenirken en büyük görevi eli kalem tutan kesim yüklendi. Bir yandan zemin taşları döşendi, diğer yandan makbul ve muteber vatandaşın sahip olması gereken özellikler romanlara, hikâyelere, şiirlere, hatta halk hikâyesi dediğimiz ve bu milletin kültürünün temel taşlarını oluşturan Kerem ile Aslı, Arzu ile Kamber, Leyla ile Mecnun gibi efsanelerin 1930’lu yıllardan sonra yazılan yeni hallerinin arasına serpiştirildi.
Eli kalem tutan kesimde ise bu işi hem gönüllü olarak hem de canla başla yerine getirmeye çalışanların başında edebiyatçılar geliyordu. Edebiyatçıların içinde de meseleye en fazla taşı taşıyanlar şairlerdi.
Yeni ve makbul ve muteber edebî verimlerin başarılı görünebilmesinin temel şartları arasında tahmin edersiniz ki eskinin kötülenmesi, eskinin tahfif edilmesi gerekiyordu. Eskinin yürürlükten kaldırılması elzemdi sizin anlayacağınız. Cumhuriyetin yüzyıllardır bu milletin arasında yaşıyor olmasına, bu milletin damarlarına kadar nüfuz etmesine rağmen görülmeyen, değer verilmeyen halk şiiri olarak adlandırdıkları türkülere, âşık deyişlerine birdenbire yeni bir şey keşfetmiş gibi sarılmasının sebeplerinden biri de eski şiiri geçersiz kılmak için atılan adım olarak görülmesidir.
Bazılarının garip şiiri, bazılarının ise birinci yeni şiiri olarak adlandırdıkları Orhan Veli, Oktay Rıfat ve Melih Cevdet Anday’ın başı çektiği yeni şiir tarzının revaç bulmasının sebepleri arasında bunu da hesaba katmak gerekir. Her ne kadar bu üçlünün başlattığı yeni şiir tarzı eski şiire bir karşı – şiir gibi görünse ve kanon tarafından öyle sunulsa bile yeni tarzın başlatıcısı bu şairler eskinin yetiştirdiği şairlerdi. Bu üçlünün şiirleri farklı bir tarz olarak görülse ve sunulsa bile teşrih masasına yatırıldığında eski şiirin ve Türkçe şiir kuruluşunun unsurları üzerine kurulduğunu tespit etmek zor olmasa gerekir. Türkçe mısra – beyit – kıta kuruluşu hâkimdir yeni şiir tarzı olarak sunulan şiir tarzında. Çünkü temelini her ne kadar terk edilmeye çalışılsa da eski şiir üzerine bina etmektedir. Bu şiir tarzının mukallitleri ise meseleyi iyice sulandırmış ve şiirle iştigal eden eli kalem tutan kesimi yeni arayışlara itmiş, yeni söyleyiş tarzları denemeye zorlamıştı. İkinci yeni şiiri dedikleri şiir tarzı işte bu sulandırma sonucunda yaşanan tıkanma üzerine kendine akacak bir kanal bularak ortaya çıkmıştı.
Edebiyat kanonu tarafından ikinci yeni olarak adlandırılan yeni şiir tarzının ilk şairleri (daha sonra bu şiir tarzının en önemli isimlerinden biri haline gelen) arasında yer alan Cemal Süreya a dergisinin 1 Ekim 1956 tarihinde neşredilen 6’ncı sayısında Folklor Şiire Düşman başlığıyla bir yazı yayımladı.
İkinci yeni şiirine cumhuriyeti kuran irade ve kurucu kadronun gelecek tasavvuruna uygun makbul ve muteber vatandaşın deneyerek bulduğu ve yazdığı ilk şiirdir denilse yeridir. İkinci yeni şiirine bu gözle bakan oldu mu, bu şiir tarzı bir de bu bakış açısıyla teşrih masasına yatırıldı mı bilmiyorum. Bu şiir tarzı içinde yer alan ve şiirlerini bu tarzla yazan şairler aynı zamanda elifba eğitimi almadan alfabe eğitimiyle yetişen ilk nesildir. Elifba ile okuryazar olmadıkları için elifba eğitiminin tedailerinden masun kalmış ilk olmaları hasebiyle makbul ve muteber vatandaş olmanın şartlarına haiz de olmuşlardır. Dolayısıyla yazdıkları şiirlerde eski şiirin ne yapı olarak ne de muhteva olarak izleri yoktur başlangıçta.
Cemal Süreya’nın bu yazısını ilk cümlesinden son cümlesine kadar garip şiirine bir karşı çıkış olarak okumak da mümkündür. Yazı garip şiirinin üç kurucusundan kabul edilen Oktay Rıfat’a saldırarak kendi yazmaya başladıkları şiir tarzını meşrulaştırma gayretiyle kaleme alınmıştır sanki. Bizim biraz yukarda garip şiirinin eski şiirin mısra – beyit – kıta kuruluşu üzerine bina edildiği kanaatimizi Cemal Süreya bu yazıda farklı bir biçimde dile getirir. Cemal Süreya’ya göre garip şiiri içinde yer alan nesil şiirde yeni söyleyişler, yeni yollar aramak yerine “dilin görünür imkânlarını” denemişlerdir.
Bu yazıdan daha önceki bir yazısında ise Cemal Süreya Oktay Rıfat’tan hareket ederek sanki garip şiirini tahfif etmektedir: “Kelimeler, kelime grupları çok ucuza, hatta yok pahasına elde ediliyor, gerek biçimce sağlamlığı önceden belli ve kabul edilmiş iki üç deyim yan yana getirilince hemeninden bir şiir yapılıveriyor.” Bu yazısında “Kim ne derse desin şiirde birim kelimedir” diyen Cemal Süreya, folkloru kullanarak garip şiirine saldırdığı, kendi yazdıkları şiiri meşrulaştırmak için gayret ettiği yazısına da “Çağdaş şiir geldi kelimeye dayandı” cümlesiyle giriş yapıyor.
Ve halk deyimlerine, atasözlerine saldırısını ise Cemal Süreya şöyle dile getirir yazıda:
“Çağdaş şairler kelimeleri bile sarsıyorlar, yerlerinden, anlamlarından uğratıyorlar. Bu böyleyken bizde hâlâ folklora, halk deyimlerine şiirlerinde fazlasıyla yer veren şairlerin kısır bir yolda oldukları sınışındayım.”
Dedik ya yeniye yer açabilmek için eskinin kötülenmesi, eskinin tahfif edilmesi gerekir diye. Garip şiirinin üç kurucu şairi de kendi şiir tarzlarına yer açabilmek için Ahmet Haşim’e saldırarak eski şiiri kötülemeye, eski şiiri tahfif etmeye çalışmışlar ve kendi şiir tarzlarına bir yer açabilmişlerdi. Fakat açtıkları bu yerde yazdıkları şiirleri ne yazık ki eski şiirin mısra kuruluşundan, beyit ve kıta yapısından hareket ederek yazılmış şiirlerdi.
Cemal Süreya’nın garip şiirine saldırarak kendi şiir tarzlarına yer açabilme ve yazdıkları şiiri meşrulaştırma gayreti halk deyimleri ve atasözlerine saldırma, onları yok etme üzerine bina edildiği için bizim ilgi alanımıza girdi. Yazı epey uzadı gördüğünüz gibi. Meseleye ancak bir girizgâh yapabildik. Umarım bir sonraki yazıda biraz daha meselenin içine girebiliriz.