Yazı başlığını özellikle “son seçimler” diye attım.
31 Mart ve 23 Haziran seçimleri yani…
31 Mart’ta aslında beklenenden daha iyi bir sonuç vardı AK Parti açısından.
Tabir caiz ise neredeyse “yedi düvelin” bir araya getirildiği ve adına “Millet İttifakı” denen oluşum, kelimenin tam manasıyla bu “beş benzemezin” kerhen toplaştığı bir yapılanma idi ve bu konsorsiyum karşısında yüzde 52 civarına oy almak açıkçası, çok önemli ve çok değerliydi.
O günkü seçim sonuçlarına göre başta İstanbul ve Ankara olmak üzere bazı büyük şehirlerin kaybedilmesi hayli anlaşılır bir durumdu.
Her şeye rağmen AK Parti hâlâ ana omurgayı oluşturan ve Türkiye’yi temsil hüviyetini haiz bir konumda olduğunu dâhilde ve hariçte, herkese göstermiş ve şimdiye kadarki seçimlerin teyidi alınmıştı adeta.
Yaklaşık yüzde 45'lik oy oranı herkesin ama herkesin beklentilerinin üzerinde bir rakamdı ve bu oran, Cumhurbaşkanlığı Hükûmet sistemini ve AK Parti hükûmetinin, birtakım kaotik tartışmaların içine çekilmesine en küçük kapı dahi bırakmıyordu.
Hele buna MHP'nin de aldığı oyu eklediğimizde bu tartışma bütünüyle başlamadan bitiyordu.
Sonrasında İstanbul’daki seçimle ilgili spekülasyonlar sahne aldı ve tartışmalar başladı.
Ortada gerçekten de tuhaf bir durum vardı zira.
İlçe belediye başkanlıklarında ve meclis üyeliklerinde açık ara önde giden AK Parti, her nasılsa büyükşehir belediye başkanlığı seçiminde geride kalıyor ve kaybediyordu.
Bu tuhaf durum hâliyle bir kuşkuya neden oluyor ve arkasında bir “çapanoğlu” aranıyordu kaçınılmaz olarak.
Daha önce katıldığım bir televizyon programında da ifade ettiğim gibi, “kuşkulananlardan” birisi de bendim ve bir operasyona maruz kaldığımızdan fena hâlde şüpheleniyordum.
Ama bunun, tekrar seçime kadar uzanan bir süreç olmasını istemiyordum. Çünkü sonuç itibariyle bu kuşkulu durumun önemli sorumlularından birisi partinin kendi teşkilatlarıydı ve hesap vermesi gereken bu sorumlulardı.
Tekrar bir seçimin, CHP adayı açısından bir “mağduriyet” hikâyesine dönüşeceğini ve bunu tepe tepe kullanılacağını bilmeyecek ne vardı.
Olan oldu ve tekrar seçime gidildi ve anlı şanlı “mağduriyet hikâyesi” bu kez farkla kazandı.
Aslında ortada “çok kötü” diye nitelendirilebilecek bir durum hâlâ yok ama iki parti arasındaki 13 binlik farkın 900 bine dayanması, yenilginin sıradan bir yenilgi olmaktan çıkıp hezimet psikolojisine dönüşmesini sağladı ve “kötü” algısı yerleşme vasatı buldu.
Kısa bir süre sonra bu algının yerini normalleşmeye terk edeceği açık… Zira bahse konu olan seçim nihayetinde bir belediye seçimi ve spesifik unsurların bu seçimin kaderinin belirlenmesinde çok ciddi bir rol aldığı ortada.
Her şey normalleştiğinde, hadise çok daha serinkanlı bir değerlendirilmeye tabi tutulacak ve “Neden böyle oldu?”nun cevapları aranacaktır doğal olarak.
İşte bu değerlendirmeler, önümüzdeki seçimsiz 4 yılı da hesaba kattığımızda, bu ciddi kaybı, çok daha ciddi bir kazanca dönüştürmek imkânı sağlayacak ve AK Parti açısından mezkûr kayıp, belki de 2023’ün sigortası olacaktır. Böyle olumlu bir vasata ulaşmanın ön şartı, kuşkusuz ki çok sağlıklı değerlendirmelerle birlikte müsamahasız bir özeleştiri yapılmasından geçer. Bu da Tayyip Erdoğan gibi kararlı bir lider için hiç de zor olmayan bir yaklaşım olsa gerektir.
Netice itibariyle… Olanda hayır vardır ve bu bir anlamda sürpriz sayılabilecek netice, umulur ki hayırlı gelişmelerin başlangıcı olur.