Türkiye belirli fasılalarla muhataralı süreçlere maruz kalan bir ülke ne yazık ki, bu hale Türkiye’nin veya bu toprakların kaderi denilebilir belki. Muhataralı süreçler bu ülke insanını kavîleştirdiği gibi Devlet Aklını da muhkem hale getirmiştir!
Bu toprakların yaşadığı son büyük muhataralı süreç birinci dünya savaşı, bu savaşın özellikle de Arap yarımadasında yaşananlarıdır. Darbe dönemlerini, Kıbrıs meselesini, 15 Temmuz hainliğini de muhataralı dönemler olarak görüyoruz, ama yine de Birinci Dünya Savaşı sonuna doğru yaşanan dönem son büyük muhataralı dönemdir diyoruz.
Çanakkale’de, Kut –ül Ammare’de, Hicaz Bölgesi’nde bu toprakların insanları destanlar yazmış olmasına rağmen, bu destanlar milletimizden gizlenmiş, “Araplar bizi arkamızdan bıçakladı” yanlış bilgisiyle düşmanlık tesis edilmeye çalışıldı. Hem bu milletin Arap Yarımadasında, özellikle de Hicaz Bölgesinde yazdığı destanların intikamı bu yolla, yani iki millet arasına düşmanlık tohumları ekerek alınmaya çalışıldı, hem de bu milletin evlatlarının özgüveni yerle yeksan edilmeye çalışıldı. Başarılı oldular mı? Kısmen.
Bilenleriniz vardır mutlaka Medine Müdafii Fahrettin Paşa’nın yazdığı destan bugün “Hilafet” dediğimiz makamın İngilizlerin eline geçmesini engelleyen en önemli etkenlerden biridir. İngilizlerin megalo ideası diyebileceğimiz Hilafeti İngiltere’nin uhdesine alma girişimi başka bazı şeylerin yanı sıra Fahrettin Paşa’nın Medine Müdafaası ve sonrasında Mekke ve Medine’deki kutsal emanetleri İstanbul’a ulaştırmasıyla engellenmiştir. Medine Müdafaası ile İngilizler Mekke ve Medine’yi işgal edememiştir. Kutsal emanetlerin İstanbul’a ulaştırılması da İngilizlerin bu emanetleri çalmasını engellemiştir. Denilebilir ki Şerif Hüseyin ve Suud ailesi İngilizlerin elinde bir oyuncak haline gelmişti, dolayısıyla Mekke ve Medine’yi işgal etmelerine gerek yoktu! Unutulan bir şey var: Kutsal emanetler sadece Hilafet merkezi olan İstanbul’a taşınmakla kalmadı. Hemen akabinde Büyük Millet Meclisi Hilafeti “Meclisin şahs –ı manevisinin uhdesine” aldı. İngilizler istedikleri kadar Şerif Hüseyin ve Suud ailesi vasıtasıyla Mekke ve Medine başta olmak üzere Hicaz Bölgesini denetimlerine alsınlar. Şerif Hüseyin ve Suud ailesine Hilafet ilan ettirseler bile artık Hilafeti İngiltere’nin uhdesine alma ihtimallerinin olmadığını gördüler.
Yine bilenleriniz bilir Osmanlı kayıt sistemi kadar sağlam bir evrak kayıt sistemi şimdiye kadar gelmiş değil. Fahrettin Paşa kutsal emanetleri İstanbul’a gönderdi dedik. İstanbul’a gönderdiği tüm eşyayı tek tek defterlere kaydederek gönderdi Fahrettin Paşa. Çünkü içinde yer aldığı yönetim tarzı her şeyi kayda alan bir sisteme sahipti.
Fahrettin Paşa tüm eşyayı deftere tek tek kaydeder de İstanbul’da kutsal emanetleri devralan yöneticiler ne yapar? Tabii ki onlar da devraldıkları tüm eşyayı tek tek defterlere kaydederek devralırlar.
Defter kelimesini çoğul kullandım. Çünkü kutsal emanetler İstanbul’da devralınırken 3 farklı deftere tek tek kaydedilir. Bu defterlerden ikisi vakıflar için tutulur, biri de Topkapı Sarayı için. Fahrettin Paşa Hicaz’dan Mekke ve Medine’deki değerli eşyaların sadece yüzde yirmisini gönderebilmiştir. Çünkü geride kalan yüzde eşyaların tamamı ya “Mekke’de, Kâbe’de bulundurulmak üzere”, ya da “Medine’de, Ravza’da bulundurulmak üzere” vakfedilmiş, hibe veya edilmiş eşyalardır. Okuyanınız varsa Hüseyin Vassaf merhumun “Hicaz Seyahatnamesi” isimli kitabında İstanbul’a getirilemeyip Mekke ve Medine’de kalan eşyaların bir kısmının geniş bir listesini o kitapta gördüklerini hatırlayacaklardır.
Bunların arasında binlerce tek nüsha yazma eserler de vardır. O yazma eserlerin ne kadarı günümüze ulaştı, ne kadarı İngiliz hırsızlar tarafından çalınıp Londra’ya götürüldü, bunu bizim bilebilme imkânımız yok. Bilebildiğimiz şu: Allah rahmet etsin Ali Ulvi Kurucu büyüğümüz bu yazma eserlerin 5-6 bin civarında olanı tasnif etmiş ve kütüphaneye kaydını yapmıştır.
Başlığa çıkarttığımız teslim alınan kutsal emanetlerin tek tek kaydedildiği defterlerden Topkapı nüshası kayıp! Vakıflara ait defterlerin 2’si de muhafaza edilirken Topkapı nüshasının kayıp olması insanın aklına kötü şeylerin gelmesine sebep oluyor! Çünkü Fahrettin Paşa tarafından İstanbul’a gönderilen eşyalar arasında o kadar kıymetli yazmalar vardır ki o yazmalar ortaya çıkarılsa birçok şeyi gözden geçirmek durumunda kalabiliriz.
Çok önemli bazılarını ben hemen burada kayıtlara geçireyim:
Fahrettin Paşa’nın gönderdiği kutsal emanetler arasında SAHABE DÖNEMİNDEN KALMA YAZMA ESERLER VAR. Buyrun buradan yakın!
Bu arada, bir yetkili çıkıp da Topkapı Sarayı’nın mahzenlerindeki odalarda, depolarda tutulan sandıkların kapaklarını niçin açmaz, içinde neler vardır veya bu sandıklardan neler çalınmıştır diye merak etmez mi yıllardır şaşar dururum!
Osmanlı Hanedanı’nın 1923’te Türkiye’den kovulmasından bu yana bu sandıklarda neler olduğuna bakılmadığı gibi, 17 yıllık AK Parti hükümetleri döneminde de kimse merak edip bu sandıkların kapaklarını açmayı akıl edemedi demek ki!
Yeni Şafak’tan yeni yazarlar da gidebilir!
Biliyorsunuz geçtiğimiz haftalarda Yeni Şafak Gazetesi’nden 3 yazarın yazılarına son verildi. Gazeteden kovuldular yani. Gazeteden kovulanlar meseleyi bir düşünce özgürlüğü meselesi haline getirmek için epey çaba harcadılar, ama meselenin düşünce özgürlüğüyle falan alakası olmadığı için başarılır olamadılar.
Çok kabaca anlatalım:
Serdar Tuncer: Serdar Tuncer’in yazılarına son verilmesi tümüyle ticari bir mesele. Ne düşünce özgürlüğüyle, ne Serdar Tuncer’in yazılarına tahammül edememekle alakası var meselenin. Serdar Tuncer gazetede yazdığı yazıları bir araya toplayıp bunları kitap haline getiriyor biliyorsunuz. Bu kitaplardan ilki de Yeni Şafak’ın yayınevi Ketebe Yayınları arasında çıktı. 20 bin civarında basıp sattı. Fakat Serdar Tuncer bu konuda ne yayınevinden, ne de Yeni Şafak’tan memnun kalmadı! Çünkü istiyordu ki gazete bir yandan, televizyon bir yandan, yayınevi bir yandan kendisi hakkında PR yapsın ve kitapları yüzbinler satsın! Yapmadılar. Serdar Tuncer de gazetede yazdığı yazıları topladığı yeni kitaplarını başka yayınevlerine verdi. Gazete patronları dedi ki: “Kardeşim sen bu gazetede yazdığın yazılara telif almıyor musun? Bu gazetenin bir yayınevi yok mu? Ahlâkî olarak gazetede yazdığın ve telifini aldığın bu yazılardan çıkaracağın kitabın da yine telifini ödeyerek gazetenin yayınevinden çıkması gerekmez mi? Gazete yazılarından çıkaracağın kitapların yayınlanacağı yayınevi gazetenin yayınevidir. Ya gazetede yazmaya devam eder, kitaplarını bu yayınevinden çıkarırsın, ya da gazetede yazdığın yazılardan oluşturduğun kitapları başka yayınevlerinden çıkarır, ama gazeteyle ilişkini kesersin.” Serdar Tuncer kendiliğinden gazetede yazmayı bırakmadığı, kitaplarını da başka yayınevinden çıkarmayı tercih ettiği için “Güle güle” denildi.
Özlem Albayrak: Özlem Albayrak neredeyse gazete kurulduğu günden bu yana Yeni Şafak’ta çalışıyor, yazıyor. Özlem Albayrak da düşünce özgürlüğünden, yazılarına tahammül edilemediği için falan gönderilmiş değil. Özlem Albayrak epey zamandır sanki kimse fark etmiyormuş gibi yeni oluşumlara göz kırpan yazılar, CHP’yi haksız olduğu konularda bile haklı çıkarmaya çalışan yazılar yazıyor. Sanıyor ki âlemin akıllısı o, kimse ne yaptığını fark etmiyor. Ali Babacan’ın kuracağı partinin epey ciddileştiğini görünce Özlem Albayrak yazılarının dozunu yeni oluşuma göre ayarlamaya başladı. Bir gün yazısı yayınlanmadı ve kendisine “Güle güle” denildi. Mesele bu kadar basit yani!
Ha patronlar şunu yapamaz mıydı: “Kardeşim falan tarihte gazeteyle ilişkini kesiyoruz. Kendini ona göre ayarla. Okurlarınla istediğin vedalaşabilirsin” diyebilirdi. Ama demediler. Çünkü onlar patron. İstediklerini işe alırlar, istediklerini işten atarlar! Bu durumu da onların nezaketsizliği olarak görün. Fakat mesele kamuya yansıtıldığı gibi değil. Bunu bilin.
Bu arada Faruk Aksoy arada kaldı denilecek! Olsun. Gazetede yazılarına son verilen yazarlarla Yeni Şafak hiç bir şey kaybetmedi. Kaybeden yazarlar oldu. Ayrıca Yeni Şafak gibi bir gazete şu an 80 civarında yazar istihdam ediyor. Bu yazarların da bir kısmı gönderilecek gazeteden. Bizim aldığımız duyum gazeteden 20 civarında daha yazarın yazılarına son verilebilir!