Atatürk; 20. yüzyılın en büyük siyasi ve askeri dehası, ülkemizin kurucusu. İlkelerini ilkokuldan itibaren öğreniyoruz. Fakat öyle bir dezenformasyon çağında yaşıyoruz ki, kavramlar karışıyor, anlamları kayıyor veya kasten kaydırılıyor. Atatürk'ün; devletçiliği komünizm değildir, devrimciliği anarşizm değildir, milliyetçiliği faşizm değildir, halkçılığı sosyalizm değildir, laikliği ateizm değildir, cumhuriyetçiliği parlamenterizm değildir. Bugüne dek Atatürkçülük maskesi altında dayatılan birçok şey nasıl bambaşka ideolojilerin uygulamalarıysa, maalesef günümüzde de Atatürkçülük maskesi takan bazı siyasi partiler ithal ettikleri fikirlerle, gayri milli davranışlarıyla devlete ve millete zarar vermekte.
Yıl 1911, Atatürk Libya'da, İtalya'ya karşı vatan müdafaası veriyordu. Biliyordu ki; İtalyanlar, Libya'yı alırsa gözünü Anadolu'ya dikecekti. 1912'de Libya'yı kaybettik ve sadece 8 yıl sonra Sevr Antlaşması'yla 12 Adalar, Ege ve Akdeniz Bölgemiz İtalya'ya taksim edildi...
Çanakkale'de, 57. Alay'da yarbay Mustafa Kemal “Ben size taarruz emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum” diyordu. 57. alay büyük yararlılıklar gösterdi. 25 subay, 1817 er şehit verdi. Sancağını teslim etmedi. Çanakkale geçilmedi. Vatan kurtuldu.
Kurtuluş Savaşı'nda “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz'dir, İleri” diyordu Gazi. Türk Milleti için ölüm kalım mücadelesiydi. Yunan bozguna uğratıldı. Dayatılmak istenen Sevr Antlaşması askerimizin çizmeleri altında paramparça oldu.
Atatürk hastalığının ölümcül hale gelmesi pahasına, vefatına sadece birkaç ay kala Adana'da şu sözleri haykırıyordu:“Hatay, benim şahsi meselemdir. Hatay benim namusumdur. Hatay’ı mutlaka alacağım. 40 asırlık Türk yurdu düşman elinde esir bırakılamaz.” Eylül 1938'de Hatay, Fransız Mandası'ndan ayrıldı. İsmet İnönü'nün cumhurbaşkanlığı döneminde Türkiye'ye bağlandı...
Yıl 1974, Kıbrıs'ta Yunanistan destekli askeri darbe gerçekleşti. Kıbrıs'taki Türkler 1963'teki Kanlı Noel'den o güne dek sistematik bir şekilde katlediliyor, hakları ellerinden alınıyor, adayı terketmeye zorlanıyordu. Darbeyle birlikte bu baskı ve şiddet bir anda dozunu arttırmıştı. Ecevit-Erbakan Koalisyonu, Kıbrıs'ta gerçekleşen bu gelişmelere müteakip harekat kararı aldılar. Eğer müdahale edilmeseydi, Birleşmiş Milletler'in gözünün önünde onbinlerce soydaşımız katledilecekti. Cesaret bulan Yunanistan'daki darbeci hükümet savaşı, İzmir'e, Manisa'ya, Edirne'ye, Bursa'ya dayayacaktı.
Suriye kaynaklı saldırılarda çok sayıda sivil vatandaşımız ve güvenlik gücümüz şehit oldu. Terör örgütleri sınırlarımızı taciz etti. Bunlara ait silahlar ülkemizdeki uzantılarının eline geçmeye başladı. 2016 yılında terörü ve tehditleri kaynağında yok etmeye karar verdik ve 32 kilometrelik derinlikte güvenli bölgeler oluşturduk. Sınır güvenliğimizi nispeten sağladık ve bölgeden gelen 4 milyon kişilik göç dalgasını durdurduk. Bütün bunlara rağmen Esed rejiminin yetkilileri “Hatay'ı alacağız.” diyor; Sputnik Türkçe, yaptığı yayında “Hatay, çalınan şehir” diye şuursuzca başlık atıyor. İşte bu atmosferde biz “Ne işimiz var Suriye'de diyemeyiz?” Çünkü; İdlip düşerse, gözlerini Hatay'a, vatan toprağına, Atatürk'ün namusum dediği manevi mirasına dikecekler. Çünkü bugün Suriye'de olmazsak tarih tekerrür edecek, yarın savaş bizim topraklarımıza gelecek.
Atatürk, İsmet İnönü, Ecevit... inşallah onların yerli ve milli duruşu günümüzdeki bazı Atatürkçülük iddiasında bulunan siyasi liderlere de nasip olur.
Not: Arif Nihat Asya'nın; “...Şehitler tepesi boş değil, Toprağını kahramanlar bekliyor! Ve bir bayrak dalgalanmak için; Rüzgar bekliyor!...” şiiri her milli bayramda okunmalıdır.
Not 2: Siyasette hakaret tükenmişliğin göstergesidir. Acı ama gerçek; siyasi manevra alanı kalmayanlar, siyaseten akıl yürütemeyenler, politika ve proje üretemeyenler hakarete başvurur.