Bursa: Yeryüzünün kalbi 3
Maalesef Bursa benim 1960’ların sonlarında geldiğim, bütün bir 1970’leri yaşadığım ve 1980’lerin başında bıraktığım Bursa değil bugün. O ahşap evleri, ayva ve şeftali bahçeleri, dut ağaçları, çıkmaz sokakları ve inanılmaz güzellikteki tatlara sahip ilişkilerde var olan o safiyet, o güzellik bugün bazı lokal mekânlar hariç büyük ölçüde ortadan kalkmış durumda.
Aslında Osmanlı bize bir şans tanımıştı. Emperyalizmin ülkemize girişini geciktirmiş, üzerimizdeki etkisini olabildiğince sınırlamıştı ve şehirlerimiz 1950’lere kadar Osmanlı dönemindeki havasını muhafaza etme şansını yakalamıştı. Eğer o zaman aklı başında yöneticilerimiz ve bugünkü kadar bilinçli bir halkımız olsaydı muhakkak ki o sokaklar, o evler çok daha titizlikle korunabilirdi. Ama ben burada sadece bir kaporta gibi, bir dekor gibi eski evlerin korunmasının bir şey ifade edip etmediği konusunda tereddütteyim. Tamam, dış görünüşü korumak, muhtevaya dair bir şeyler sunabilir bize. En azından orada bir iz, bir işaret taşı olarak bir cevher bulunabilir ama asıl önemli olan, onun ötesinde ne olduğudur. Yani bütün bir şehir korunsaydı ve insanlar Amerikan insanı gibi olsaydı acaba hakikaten orası Bursa mı olurdu? Biz hala ona Bursa mı derdik? Yani şehirleri korumanın bir dekor saplantısına dönüşmesine karşıyım. O ruhuyla, insanıyla, hani ‘şerefi’l-mekân bi’l-mekin’, yani mekânlar içinde yaşayanlarla şereflidir sözü mucibince, içinde yaşayanlarla bir bütündür.
Şu anda eski Bursa’da yaşamak isteyen bir nesil var. Fakat ne yazık ki, o Bursa ortadan kalktı. Belki şöyle bir orta yol bulabiliriz: Bursa’nın kalmış olan güzelliklerini dahi korusak, onlara sahip çıksak, eserlerin manalarını kucaklamaya kalksak, bu bile bize çok şey verecektir. “Osmanlı’yı kuran” Bursa, bizi de kurmaktan aciz değildir. Bize de bir zemberek gibi yeni bir ruh üfleyebilir. Yeter ki onu okumasını bilelim, daha doğrusu onu dinleyelim.
Bursa, Osmanlıların kendilerini ilk kez tam olarak ortaya koydukları şehirdir. Evet, İznik de bir dönem başkentlik yapmıştır. Bir dönem Dimetoka’nın da başkentlik yaptığı biliniyor. Edirne tabii daha sonra ama nedense Osmanlılar Bursa’yı, Bursa da onları sevmiştir. Bursa’dan sonra karşılarına daha cazip şehirler çıkmasına rağmen Osmanlı padişahları Fatih’e kadar Bursa’ya gömülmeye devam etmiş, Edirne başkent olduktan sonra da Edirne’de gömülmek istememişlerdir. Ancak Fatih Sultan Mehmed’in başkent yapıp yerleşmesinden itibaren İstanbul’a gömülmüşlerdir. Osman Gazi’nin naşı, biliyoruz ki, önce Söğüt’te gömülmüş, sonra Bursa’ya taşınmıştır. Bunlar bize bir şeyler anlatıyor olmalı.
“Bursa bizim Endülüs’ümüzdür” derken 1960’lardan, 1970’lerden itibaren Bursa’yı çok hızlı bir şekilde katledişimizi kastediyorum. Nasıl Endülüs’te Portekizliler ve İspanyollar Müslüman medeniyeti adına ne varsa -birkaç saray hariç- tahrip ettiler, tanınmaz hale getirdilerse, biz de maalesef Bursa’yı aynı şekilde katlediyoruz. Düşünün: Sinan’ın dokunmaya kıyamadığı bu şehri biz 30 senede tanınmaz hale getirdik. Tıpkı Endülüs’ün tahrip edilmesi gibi bir süreç yaşadık. Şu an eski Bursa adına sadece bazı tarih adaları kalmış durumda: Muradiye, Hanlar bölgesi, Kale Sokağı vs. Tabii ki eski Bursa sadece abidelerden ibaret değildi. Bu abidelerin arasını dolduran küçük mahalleler, çıkmaz sokaklar, ufak çeşmeler uzanırdı… Mesela su sesi duyulmayan bir Bursa sokağı ve Bursa evi, düşünülemezdi. Bu inceliği bugün yeni nesle maalesef yeterince anlatamıyoruz. Hakikaten her sokakta, her yolda en az iki, üç çeşme vardı ki, bir kısmı da gece gündüz güldür güldür akardı. Bahçelerden sokaklara sarkan yeşillikler, hatta bazı sarmaşık gülleri yolun üzerini kapatır, bir takın altından geçiyor gibi olurdunuz. Bütün bunların ortadan kalkması, az şey midir?
O ahşap doku, sokaklar ve bahçeler ortadan kalktı, çeşmelerin çoğu haritadan silindi. Evet belki yol kenarlarında ağaçlar var ama bu ağaçlar kimsenin değil. Halbuki eskiden bahçeler bir nevi mahallenin ortak parkı gibiydi. Arkadaşlarım gelirdi bizim evin bahçesine, beraberce oynardık. Ağaca çıkıp dut, ayva toplarlardı, biz de gider onların bahçesinden erik toplardık. Yani her evin bahçesi, mahallenin ortak kullanımına açılmış mekânlardı. Dolayısıyla hakikaten bir cennet gibiydi. Yüz sene öncesinden değil, benim gibi 40 yaş üzeri insanların bile hatırlayabileceği yakın dönemden bahsediyorum. İlkokul ve ortaokul yıllarımda oturduğumuz evler, yaşadığımız sokaklar, mahalleler böyleydi. Ama bu doku, çok kısa bir sürede acımasız bir şekilde tahrip edildi; işin garibi, bu tahribat devam ediyor.
Bu kötü gidişata karşı bir Bursa hassasiyeti oluşturabilirsek, Sinan’ın inceliğini, II. Murad’ın Bursa’ya bakışını, Yıldırım Bayezid’in Bursa’yı bir başkent olarak nasıl kurguladığını, Evliya Çelebi’nin Bursa’yı nasıl anlattığını, o “ruhaniyetli şehir” sözünün altında nelerin yattığını birazcık dile getirebilsek, insanların ileride bu şehirdeki değerleri hatırlayarak Bursa’yı yeniden ayağa kaldırması söz konusu olabilecektir.
Mesela Bursa’da şehircilik açısından en önemli unsurlar, dağdan ovaya doğru beş parmak gibi akan derelerdi. Bu dereler şehrin içinde şırıl şırıl akar ve ovaya karışır, oradan Nilüfer nehrine dökülürdü. Bir dönem geldi, bu derelerin üzerini kapatmaya başladı belediye. Kapatıp yol yapıyor, kapatıp yol yapıyor. Halbuki bakın, Çarlığın başkenti Petersburg’da adamlar özel kanallar yapmış ve Neva nehrini kollara ayırıp şehrin içinden geçirerek denize öyle döktürmüşler. Şehir Amsterdam ve Venedik gibi bir kanallar şehri olmuş. Bunu yapmak için milyonlar döküyor Deli Petro. Bu kanalların hala ayakta kalması için uğraşıyorlar. Şehrin içinde hareketli bir unsur oluyor, serinlik, güzellik, yanında yeşillik geliyor. Kurt, kuş, ördek, balık orada yaşıyor.
Dünyada insanlar şehri tabiatla yeniden barıştırmaya uğraşırken, biz bu güzelim derelerin üstlerine asfalt döküp kurtulmuş sayıyoruz kendimizi. Bir zaman gelecek, onları ihya için tonlarca para harcamamız gerekecek. Bu tahribatın inşaallah bu gibi hassasiyetler geliştikçe duracağına inanıyorum.
Bütün olumsuzluklara rağmen bazı şeylerin de iyiye gittiğini söylemek durumundayız. Hanlar Bölgesi, mesela çok ihmal edilmişti. Şimdi bakıyorum, Osmangazi Belediyesi harıl harıl çalışıyor. Surlar onarılıyor, Hanlar Bölgesini ihya etmek için projeler hazırlıyor. Tophane’de 1940’larda yıkılmış bir Bey Kapısı vardı. Saltanat Kapası adıyla yeniden yapıldı.
Bunlar olumlu haberler. Demek ki, halkta Bursa hassasiyeti arttıkça olumlu çabaların da sayısı artacaktır. Endülüs’le ilgili cümlem karamsar gibi görünebilir ama tehlikeyi hissetmemiz için böyle radikal bir tespitte bulunmakta fayda görüyorum. Diriltebilirsek Bursa insanlığın iftihar tablosuna yazılabilecek bir kitabedir ama kaybedersek herkes kaybeder. Bunu böyle bilelim. Bursa’sız bir dünya kalbini yitirmiş demektir. Bakın Âşık Çelebi asırlar öncesinden nasıl bir imanla sesleniyor:
“Bursa’dur ki, yeryüzünün cenânıdur (kalbidir). Güya memâlik-i Rûm, bir kâleb-i beşerdür ki, Bursa anun canıdur.”