Son yıllarda alışkanlıklarımızla birlikte kültürümüz de çok hızlı değişiyor. Bunu hayra mı yormalı diyeceğim, ama kalbim hiç de hayra yorulacak bir durumun olmadığını söylüyor! İnsanın mayasının iyilikten, güzellikten, hatta hakikatten tarafa meyledeceği gibi bir düşüncem olmasına rağmen kalbim “nefsi insana kötülüğü emreder” diye hemen uyarıyor. Oysa kitabımız bize insanın “ahsen –i takvim” üzere yaratıldığını söylüyor. Fakat kalbimiz hemen devreye giriyor ve ayetin devamındaki “esfel –i sâfilîn” adlandırmasını, sefillerin en sefili tamlamasını hatırlatıyor. Salt bundan dolayı bile son yıllarda yaşadığımız bu kesif kültür değişmelerini hiç de hayra yoramıyorum!
Nasıl hayra yorulabilir ki?
Mesela önümüzdeki haftada tırnak içinde “yeni yıl”a gireceğiz! Tırnak içinde çünkü yılın 1 Ocak’la birlikte başlamasının ve artık bir alışkanlık hâline gelmesinin tarihi öyle çok eski falan değil. Yani bu milletin öyle kılcal damarlarına kadar falan işlemiş değil. Tarihi bu milletin Müslüman olması kadar bile eski değil. Hatta bu milletin Tanzimat Fermanı ile birlikte yönünü batıya dönmesinin tarihi kadar bile eski değil. Takvimin değiştirilmesinin ve yeni bir takvim kullanılmaya başlanmasının şunun şurasında 100 (yazıyla yüz) yıllık bile bir geçmişi yok! Buna rağmen neredeyse 1400 yıllık bir geçmişi olan alışkanlıklarımızı, yani hayat tarzı olarak damarlarımıza kadar işlemiş kültürümüzü bir çırpıda kaldırıp çöpe attıracak bir etkiye sahip oldu ne yazık ki! Çağa uymak, dünya ile aynı ve bir örnek takvimi kullanmak gibi bir mazeret ileri sürmenin de bir anlamı yok. Yok, çünkü dünya çapında çok az bir nüfusa sahip olan İsrail oğulları ve onların temsil makamındaki İsrail devletinin Yahudi takvimini kullanması Yahudileri çağa uymaktan alıkoymuyor! Tırnak içinde “bize göre” 2020 yılı başlayacak hafta on gün sonra. Oysa onlara göre 5 bin bilmem kaçıncı yıl devam ediyor olacak! Zaten modernite dediğimiz heyulanın en önemli özelliklerinden biridir insan için rıza üretmesi. Rızaya teslim olursunuz ve dünyaya, çağa uymak adına bu kabulü asla dillendiremeyeceğiniz halde akıntıya kapılır ve herkesin yaptığını yapmaya başlarsınız.
Biz de son yıllarda işte bunu yapıyoruz: Akıntıya kapıldık ve herkes ne yapıyorsa onu yapmaya başladık! Şöyle bir yıl öncesini getirin aklınıza, İstanbul ve Ankara gibi bu ülkenin en büyük ve en önemli iki şehrindeki mahalli yöneticilerin 31 Aralık gecesi için sokaklara, caddelere taşmış insanlara verdikleri destekleri hatırlayın. Oysa her iki büyük şehrin mahalli idare temsilcilerinin yaşları bizim nesilden üç beş yaş büyüktü. Bizim nesil, bizden önceki nesil yeni yıl kavgalarının içinden çıkıp gelmişti oysa!
Kendimizi tanımaya başladığımız, ideolojik bir tavır geliştirmeye başladığımız yıllar bizim nesil için 1970’li yılların ikinci yarısıydı. O yılların en önemli özelliği ise bizim açımızdan ülkemiz gençlerin ideolojik olarak en az üç kesime ayrılmasıydı: Sol, milliyetçi ve yine tırnak içinde “İslâmcı”. Milliyetçi ve İslâmcı kesim dediğimiz kesimler Bu milletin değerlerine aykırı olduğu hissine kapıldığı hiçbir meselede ne kadar çağdaş, ne kadar modern olursa olsun geçit vermemek için ellerinden gelen gayreti gösterdiler o yıllarda. Bu gayretleri o gençlerin bir kısmının hayatına mal oldu, bir kısmının hayatının en verimli yıllarının hapislerde geçmesine sebep oldu.
Yılbaşı kutlaması da direnilen ve reddedilen şeylerden biriydi. Çünkü yılbaşı kutlaması gavur adetiydi. Buradaki gavur kelimesi akideye taalluk eden bir anlam içermiyor. Tüm anlamlarıyla kültürel bir göndermeyle kullanılıyor gavur kelimesi. Kültürel anlamda ise gavur bu milletin değerlerine, bu milletin inancına, bu millete düşmanlık yapan kişi veya kesimlerdir. Mesela günün beş vaktini de camide cemaatle eda eden biri, başı secdeden kalkmayan biri olabilirsiniz, ama kültürel anlamıyla gavursunuzdur. Tıpkı FETÖ gavurluğu gibi. Bu milletin değerleri arasında bulunmayan bazı davranışları, bazı kültürel unsurları bu millete kabul ettirmeye çalışıyorsanız ve üstelik bunlar batıdan gelmiş şeylerse sizden daha büyük gavuru yoktur. Tıpkı Tanzimat’ın Mustafa Reşit Paşa’sı gibi! Modern görünmeyecekmişsiniz, çağdaş olmayacakmışsınız olsun varsın, görünmeyiverin, olmayıverin!
Bizim nesil 1970’li yıllarda böyle bir şuur ile kişilik ve kimliğimizi inşa etmeye gayret ettik. Kişiliğimize ve kimliğimize iyi işlemiş demek ki o yıllarda edindiğimiz bu, hayat tarzı anlamında kültürümüz bize bugüne kadar ayakta tuttu.
Şimdi ise yılbaşı kutlamak âdeti her kesimden daha çok muhafazakâr kesimde, muhafazakâr kesimin de kendisini Müslüman olarak adlandıran kesiminde yerleşti. Neymiş efendim 31 Aralık gecesi saatler 00:00’ı gösterdiğinde ne yapıyorsan, o yıl boyunca bu hâl devam edermiş. Neymiş efendim 31 Aralık gecesinin son saatlerinde aile fertleri bir arada olmazsa o yıl aile için hiç de iyi geçmezmiş. Zaten yılda bir gün, hatta bir gece imiş. Ne olurmuş o gece aile fertleri bir arada olsa, gülünüp eğlenilse bunun bir zararı mı varmış? Biz de topluma uysak, onlar gibi bir gece geçirsek bunun ne zararı varmış ki! Sonuçta yeni bir yıla giriyormuşuz ve yeni bir yıla mutlu girmenin ne mahzuru varmış! Toplumun büyük çoğunluğu gibi üstelik içki de içmiyormuşuz! Alt tarafı aile fertleri bir arada kuruyemiş, meyve, çay eşliğinde tırnak içinde “mutlu – mesut” yeni yıla giriyormuşuz, bunun kötü bir yanı mı varmış! (Tırnak içinde, çünkü bu iki kelime aynı anlama gelse de bir arada kullanılıyor ve sanki anlam pekiştirilmek isteniyor!) Modernite de insanı böyle masum cümlelerle rızaya ikna eder zaten! İşte bu cümleleri kurmaya başladıysan, bu cümleleri aile fertlerinden duymaya başladıysan modernite olarak tesmiye olunan heyulanın zokasını yutmuşsun demektir. Masum gözüken cümlelerdir zaten bizi reddettiğimiz şeyleri meşru görmeye yönelten tuzaklar. Gavurluk dediğimiz şeyi bırakın da başkaları meşrulaştırmaya çalışsın, bizim ne işimiz var gavurluğu meşrulaştırmayla! O zokayı yuttuğun zaman ise anında gavurların safına yazılmışsın demektir! Allah selamet versin İsmet Özel’in tabiriyle “Türk olamadıysan oldun Amerikalı”! Amerikalı kelimesini değiştir, gavur yap hiçbir şey fark etmez. Sonuçta geldiğimiz noktada yılbaşı kutlamasını meşru bir eğlence hâlinde bu toplumda yer etmesinde Müslüman olarak adlandırılanların katkısına dönüşüyor her şey. Bugün en halisane yılbaşı kutlayan kesimi ne yazık ki bizler olduk! Her geçen gün yeni bir mevzi kaybediyoruz. Her geçen gün gavurlaşıyoruz. Sarık sarmanın, cüppe şalvar giymenin bizi kurtaran bir yönü yok, secdeden kaldırmadığımız başlarımızın da bize ettiği fenalığı görmezsek elimizde savunacak mevzimiz bile kalmayacak!
Hayat tarzı dediğimiz kültürün alışkanlıklar üzerine bina edildiğini söylemiştik. Alışkanlıklarımızın değişmesinin bizi nasıl bir cendereye davet ettiğini görmek gerekiyor. Ahsen –i takvim üzere yaratılıp da esfel –i sâfilîn olmaya can atmanın anlamı yok.