Huzurlu olmanın ön koşulu hiç şüphesiz birazcık ta olsa “işkence” görmenizdir. “İşkence yoksa huzurda yoktur”. İşkence ve huzur ne alaka diyebilirsiniz. Konu anlaşılsın diye üzerinde hadi biraz kafa yoralım.

Konuya evlilikle başlayabiliriz mesela. “Evli olmak başlı başına bir işkencedir” diyebiliriz.   Nerede kaldın, neredesin, yanında kim Var,  gitmezsen olmaz mı, bugünde evde otur, böyle yemek mi yapılır, bu evin hali ne böyle, birazda çocuklarınla ilgilen, şu hayatta ben hariç herkesi seviyorsun, canın cehenneme, bi sus artık, kes sesini bu ve buna benzer binlerce kelime yazabilirim. “Evli kaldığınız sürece işkenceniz hiç bitmez”. Bu gönüllü işkence ve eziyet sonsuza kadar sürer. “Evlilik insan haklarının yarıya düşmesi, dertlerin iki katına çıkmasıdır.(Arthur Schopenhauer) Âmâ huzuru bulabildiğiniz yegâne yer evinizdir. Çoğu zaman onsuz bir dünyayı bile hayal edemezsiniz. “Eşiniz baş tacınızdır.”  Demem o ki, “mutlu evlilik ilacını oluşturan karışımın, evrensel sırlarından biri, biraz işkence görmektir.”

Çocuklara gelelim. Annemi canından bezdirdiğimizde “ömür törpüleri” derdi bize. Şimdiler de Annemi daha iyi anlıyorum. “İşkencenin başka bir versiyonudur çocuklar.”  Kendileri büyüdüğünde dertleri de büyür. Severek, isteyerek, kendi irademizle hiçbir baskı altında kalmadan olmuştur onlar. Ve sonra günün birinde diyaloglar başlar. Oğlum bak bir gün başımı belaya sokacaksın, sendeki imkânlar bende olsa neler yapmazdım, kızım bu ne kılık, gecenin bu saatinde eve mi gelinir otel mi burası, sana özel yemek mi yapacağız,  anlaşıldı okumaz bu çocuk, kime çekti bu zibidi ve daha neler neler. Âmâ “çocuklarımız gökteki yıldızları istese, biz güneşi getirmeye çalışırız.” Kutsal bir işkencedir yaşadığımız. Huzuru ve rahatı, yaşadığımız eziyetlerde buluruz.

Peki işimiz. İşkencenin farklı farklı versiyonlarını yaşarız her iş günü. Sabahın köründe kalk işe git, para bul, ödemeleri yap, tahsilatların peşine düş, vergileri öde, her gün postaya düşen trafik cezalarına sinirlen, hiç gündemde olmaya bir sürü sorunla uğraş, ekonomik krizler,  büyüyememe, verimsizlik, kârsızlık, satış yapamama, ciro yetersizliği,  çalışanların memnuniyetsizliği ve türlü türlü eziyetler. Âmâ basiretli bir iş insanı için yaşananlar huzurlu bir işkencedir. Ve o yaşadığı işkenceden gayet memnundur. 

      Son dört yıldır profesyonel anlamda bisiklete biniyorum. Yaşadığım işkenceleri anlatamam. Sabahın beşinde kalk, kıyafetlerini giy, kaskını tak, lastiklerin havasını kontrol et ve buz gibi havada yollara düş. Saatler süren sürüşler, bitmeyen yokuşlar, tükenen enerjimiz, kasların bitme noktasına gelmesi, frene basmak yerine kornaya basan trafik magandaları, bozuk yollar, yağmur, rüzgâr, güneş ve nihayetinde günler süren kas ağrıları. Âmâ yaşadığım işkenceden gayet memmun olduğumu söyleyebilirim. Kural basit, “huzurlu ve rahat olabildiğin eziyetini bul ve onda mutlu ol.” Huzurlu olduğunuz işkenceyi bulmak kutsal bir şeydir çünkü. 

    

        Sıcak bir Ağustos gününü Cahit Sıtkı Tarancı’yla bitirelim isterseniz.

 “Affan dedeye para saydım,

  Sattı bana çocukluğumu.

  Artık ne yaşım var ne de adım;

 Bilmiyorum kim olduğumu.

Hiçbir şey sorulmasın benden;

Haberim yok olup bitenden.

Bu bahar havası, bu bahçe;

Havuzda su şırıl şırıldır.

Uçurtmam bulutlardan yüce,

Zıp zıplarım pırıl pırıldır.

Ne güzel dönüyor çemberim;

Hiç bitmese horoz şekerim”.

 

Sağlıkla ve neşeyle kalın…