Kültür kelimesi bilenleriniz biliyor Türkçemize batı dillerinden geçen bir kelime. Kültür kelimesini Türkçeye dâhil edebilmek için hars kelimesini kaldırıp çöpe atmışız. Türkçeye yerleşmiş ve artık bu kelimenin batı dillerinden Türkçeye alındığını hatırlayan bile kalmadı muhtemelen.
Hangi kelimenin terk edilerek bu kelimenin tercih edildiğini ise bilenler bile azaldı denilebilir. Biz bile hars kelimesi yerine ikame edilmeye çalışılan ekin kelimesi ile karşılaşınca bu kelimeyi kültür olarak okuyoruz. Çünkü ekin olarak okuyunca bu kelime bizde herhangi bir tedai oluşturmuyor.
Bu kelimeyi salt bir kelime olarak değil de mefhum olarak düşündüğümüzde ne kadar karmaşık bir kavramla karşı karşıya kaldığımızı görürüz. (Mefhum kelimesine vurgu yapıyorum, çünkü bu kelimeyi hem tırnak içinde “İslâmcı” yazarlardan bazılarının, hem de laik ve çağdaş yazarlardan bazılarının mevhum olarak kullandığı metinler okudum son 15 gün içinde. Mevhum kelimesi vehim kelimesinden türetilmiştir hak verirsiniz ki vehim kelimesi kavram kelimesini uzaktan yakından çağrıştırmaz bile.) Kültürü kavram olarak kullandığımızda mesela “sanat ve düşünce eserlerinin toplamı” demiş, bu toplamdan bahsetmiş oluruz. Veya ruhî ve zihnî gelişim sürecinden bahsetmiş oluruz mesela. Mesela insanların hayatlarına yön veren değerler, gelenekler, inançlar ve simgesel fiillerden bahsetmiş oluruz. Ne bileyim mesela tüm bir hayat tarzından bahsetmiş oluruz.
Sözünü ettiğimiz bu dört farklı durum kültür kelimesinin işaret ettikleri arasındadır. Ve bu dört hâlin dördü de farklı alanlara tekabül eder, farklı anlamlara işaret ederler. Hayat tarzı dediğimizde mesela bizim hayat tarzımız ile bir Aborjin’in hayat tarzı arasında uçurumlar kadar farkın olduğunu görüveririz. Hatta o kadar uzağa gitmeye gerek yok, bizim hayat tarzımızla bir laik vatandaşın hayat tarzı arasında bile uçurumlar kadar farkın olduğunu görmek şaşırtmasın sizi. Hatta laikleri işin içine karıştırmadan biz içinde değerlendirilen eğer Ankara’da yaşıyorsanız Demette yaşayan bizin bir mensubu ile İncek’teki rezidanslarda yaşayan bir bizin mensubunun bile hayat tarzının ne kadar farklı olduğunu görmek başlangıçta bizi şaşırtabilir. Bursa’da yaşıyorsanız Emirsultan’da yaşayan bir biz mensubu ile İhsaniye’de yaşayan bizin bir mensubu arasındaki hayat tarzının da ne kadar farklı olduğunu görmek şaşırtır ve kabullenmekte zorlanırız. Bu fark bereket bir laik ile bir biz mensubunun hayat tarzları arasındaki fark kadar derin değildir. Ve bunların hepsi hayat tarzı anlamında bir kültür olarak adlandırılır.
Hayat tarzı anlamında kültürün genellikle “bir alışkanlık meselesi” olduğu söylenebilir. Bu benim Amerika’yı keşfim değil! Bunu kültür mefhumu ile ilgilenmiş yazarların, düşünürlerin hepsi bir biçimde dile getirmişlerdir. Ben en son İrlanda kökenli İngiliz edebiyat eleştirmeni Terry Eagleton’da okumuştum buna benzer bir şeyleri, yani hayat tarzı anlamında kültürün alışkanlık meselesi olduğu izahını. İlk akla gelenlerden Raymond Williams, T. S. Eliot da kültür üzerine kalem oynatan yirminci yüzyılın önemli yazarları arasında görülebilir.
Malum cemiyet içinde yaşıyoruz ve cemiyet içinde yaşamanın bedellerini hepimiz ödüyoruz. Davranışlarımızın makbul ve muteber davranışlar sayılabilmesi için bunların atalarımızın davranışlarına uyması gerekir. Çünkü bir hayat tarzı olarak kültür çoğunlukla geleneklere bağlıdır. (Gerçi bundan 30 – 40 yıl önce makbul ve muteber davranış sahibi bir Türk vatandaşı olabilmek için resmî olarak ataların yaptıklarından uzak durmanız, hatta onların yaptıklarının yanlış ve kötü olduğunu kabul etmeniz gerekiyordu. Fakat son zamanlarda bu durum değişti ve artık atalarınızın yaptıklarının ne kadar yanlış görseniz de doğru olduğunu söylemeniz, hatta taklit etmeniz makbul ve muteber davranış olarak görülmeye başlandı!) Buna yakın (veya benzer) şeyleri söyleyen Eagleton. Amerika’da doğup büyümüş olmasına rağmen İngiltere’ye yerleşip hayatını orada sürdürdüğü için modern İngiliz şiirinin en büyük isimlerinden biri kabul edilen T. S. Eliot, kültürün “bir halka has tüm faaliyetleri ve ilgi alanlarını” kapsadığını söylüyor. Tüm faaliyetler ve ilgi alanları diye dile getirince haliyle hayat tarzı da en baştan bu kapsamanın alanı içine giriyor.
Çok basit bir örnek üzerinden gidelim:
Biz Türk milleti olarak yüzyıllardır mesela kenefe girerken sol ayakla girer, destur çeker, taharetlenir ve sağ ayakla çıkarız keneften. Camiye ise sağ ayakla girer, sol ayakla çıkarız. Yemeğe başlarken besmele çeker, yemeğimizi sağ elimizle yeriz. Bu çocukluğumuzdan itibaren alışkanlık haline getirdiğimiz bir davranış kalıbıdır. Ve bu bizim hayat tarzı anlamında kültürümüz gelmiştir. Bu davranışların kökeninde Din anlayışımızdan kaynaklanan, inandığımız kitapta sağ ve sol kelimelerinin taşıdığı anlamın bulunduğunu falan düşünmeyiz. Çünkü bunlar bize bu kavramlar talim ettirilerek öğretilmiş ve davranışımız haline getirilmiş şeyler değildir. Atalarımızdan öyle görürüz ve onları taklit ederek bu davranışları yapar hale geliriz. Biz “amel defteri sağ elinden verilenler”, ziyanda olanların “ehl –i şimal” olduğunu bilmeden yaparız bu yaptıklarımızı.
Bu yaptıklarımız alışkanlık halinde yerleşir bizim yapıp etmelerimize. Ve hayat tarzımız haline gelir. Ve hayat tarzı olarak kültür dediğimiz de işte tam budur. İçinde gelenekler vardır, içinde inançlar vardır, içinde atalarımızın yapıp ettikleri vardır.
Bir dönem atalarımızın yapıp ettiklerini terk edip, hatta onların yapıp ettiklerinin tam tersini yapmanın makbul ve muteber kabul edilmesi hayat tarzı anlamında kültürümüzün değiştirilmeye çalışılmasının bir neticesi olarak neşv –ü nema buldu bu topraklarda. Epey de değiştiğini söyleyebiliriz bu hayat tarzı anlamında kültürümüzün. Kültürümüzü değiştirebilmek için alışkanlıklarımız değiştirilmeye çalışıldı ve epey mesafe kat edildi. Çünkü kültürümüzün değişmesi geleneklerimizin değişmesi, hatta inancımızın değişmesi anlamına gelebilirdi. Alışkanlıklarımızın değişmesi gelenek ve inançlarımızın değişmesini de davet eder çünkü.