Buradaki yazılarda şiir, dil, edebiyat, kültür üzerine bir şeyler söyleme gayreti gösteriyoruz. Bu gayretimiz hem dil, hem edebiyat, hem de şiir üzerine taşıdığımız kaygılardan kaynaklanıyor. Yüzyıllar süren bir zaman aralığında dilimize yerleşen kelimeleri tasfiye etme uğraşı veren başka milletler var mıdır, bilmiyorum! Biz bu gayreti göstermiş ve işin acı tarafı bu konuda da epey mesafe kat etmiş bir milletiz. Bu bizi kaygılandırıyor.

Dilimize yüzyıllarla ifade edilen bir zamanda yerleşmiş kelimelerin tasfiye edilmesi, yerine konan kelimelerin meramımızı anlatmada fakir kalması en çok da Türkçe yazılan edebiyatımız üzerinde olumsuz etkisini gösterdi. Sadece o dille inşa edilen edebî eserlerin ele aldığı meselelerin fakirleşmesi değil, ele alınan meselelerin bir eser haline getirilirken kullandıkları dil de ne yazık ki zenginleşemedi. Burada, ele alınan meselenin yapısının meseleyi ele alış tarzını ve dilini ne derece etkilediği veya belirlediği hususuna girmeyeceğiz. Edebiyatımızın fakirleşmesi bizi kaygılandırıyor.

Edebî eserlerin muhtevasına, şekline etki edenin sadece dil olduğunu iddia etmiyorum tabii ki. Dilin yanı sıra dönemin, hayat tarzlarının da etkisini görmezden gelemeyiz. Fakat hayat tarzları ne kadar değişirse değişsin, bu değişimin sonuçlarından hareketle istihsal edilen edebî eserleri dil ile zenginleştirmek mümkün. Ortaya çıkan sonuç ise dil ile zenginleştirilen bir edebî eserle değil, dil ile fakirleştirilen edebî eserlerle muhatabız ne yazık ki. Bu da bizi kaygılandırıyor.

Söylemeye bile gerek yok şiir dil içinde inşa ve inşad edilir, inşa edildiği dilin meydana getirdiği edebiyat içinde yer alır. Ve bu silsile bir gelenek içinde ilişkisini sürdürür. Şiiri düşünürken, şiir üzerine düşünürken, şiir inşa veya inşad ederken içinde bulunduğu dilin bünyesinde barındırdığı ve taşıdığı geleneği göz ardı edemeyiz. Çünkü şiirin ana malzemesini oluşturan kelimeler o dildeki hallerini, kullanımlarını, anlamlarını yüzyıllar içinde meydana getirmiş ve taşıdıkları değerlerini yüzyıllar içinde oluşturmuşlardır. Şiirin bu kelimelerin dilde yerleşmesi, dil içinde belli bir değer kazanması, hatta dilin zenginleşip kökleşmesinde katkısını görmezden gelemeyiz.

Şiirin tercih ettiği bir kelime mevcut anlamının dışında yeni bir anlam kazansa bile yine de bu yeni anlam dil içindeki yerleşik anlam değerlerinin etrafında gelişir. Hatta şiiri inşa veya inşad eden şair kelimeye yerleşik anlamının tam zıddı bir anlam yüklese bile kelimenin mevcut anlamının ve anlam haritasının kabulünden hareketle yapar bunu. Yani bir şeyi işaret veya bir şeyi ima bile gerçek bir değerden hareket etmekle yapılır. Yine söylemeye bile gerek yok her dil zaman içinde kendine göre farklı anlam oluşturma yolları keşfeder. Çünkü bu yollar zaten dilin içinde yerleşik olduğu gibi, ilişki içine girdiği dil ve kültür havzaları da dile bu kolaylığı temin edeceği yolları ima eder, hatta işaret eder.

Hepinizin bildiği gibi diller somut bir şeyden, bir nesneden mesela veya bir varlıktan hareket ederek soyuta doğru yönelen bir anlam gelişmesi içinde yaparlar bunu. Dilin bu anlam gelişmesi ve genişlemesi o dil içinde meydana getirilen edebiyat vasıtasıyla pekişir. Dil, edebiyat ile pekiştirilir.

Dilin anlam gelişmesi ve genişlemesine katkı yapan en önemli unsurlardan birinin deyimler ve atasözleri olduğu bilinir. Deyimler ve atasözlerinin ise cemiyetin maşeri vicdan ve şuurunda köken bulan ve dili en iyi temsil ettiği söz kalıpları olduğunu söylemeye gerek bile yok. Bu söz kalıplarına ise halk irfanı dediğimiz şeyin hayata ve hayattan doğan tecrübelere dair bir nevi yansımalar ve dile getirişin zirveleridir denilebilir.

Halk dediğimiz topluluk bilirsiniz kullandığı bu kalıp sözlerde, yani deyimlerde ve atasözlerinde söyleyeceğini hiç sakınmaz. Sakınmadığı gibi söyleyeceği sözü söylerken hem utanmaz, hem de sözü uzatmaz. Halk da, halkın irfanı da açık sözlüdür. Bunun yanı sıra kalıp söz olarak kullanılan bu deyimlerde ve atasözlerinde dil dediğimiz şey alabildiğine incelmiş bir halde çıkar karşımıza. Deyim ve atasözlerinde kullanılan kelimelerin ise birtakım mecazlar yüklenerek karşımıza çıktığını tespit ederiz. Birtakım mecazlarla yüklü olmasına rağmen bu kelimeleri, halk irfanı dediğimiz şey deyimler ve atasözleri aynı zamanda alabildiğine tasarruflu kullanır. Dildeki bu tasarruf biliyorsunuz şiirin de temel unsurlarından biridir. Şiir inşa ederken kelimeleri şiirin gerektirdiği tasarrufu gözeterek kullanmazsanız ortaya şiirden başka bir şey çıkabilir.

Şiir ile halk irfanının oluşturduğu deyim ve atasözlerinin sözünü ettiğimiz tasarruf gözetme hali birbirine benzetilebilir. Bunda belki de irfan dediğimiz bilgelik halinin bir etkisi vardır. Üzerinde düşünmek gerek. Deyim ve atasözleri nasıl ki halk irfanının dile getiriliş halleri ise, şiirin de bu irfanla bir bağının olması gerekir. Şiir ile irfan dediğimiz bilgelik halinin de bir biçimde bağını kuran da onu inşa veya inşad eden şairdir. Şair olarak adlandırdığımız varlığın irfan ile bağının olması şiirin gerek şartlarından biriymiş gibi gelir bana. Bir de tabii şiirin inşa veya inşad edildiği dilin de irfana açılan bir kapısının olması gerekli. Dil irfanı dile getirebilecek kelime yapısını barındırmıyorsa bünyesinde kelimeler yetersiz kalabilir. Kelimelere yeni anlamlar yüklenmek durumunda kalınabilir. Bu ve benzeri konular burada dile getirmeye gayret edeceğimiz meseleler arasında. İstidadımız ve telakkimiz kadarıyla bu meseleleri ele almaya gayret edeceğiz.

Yazıya başlarken 1950’li yıllarda başlayan bir yeni lisan ve şiir anlayışının halk irfanı dediğimiz şeyle şiir ve şairin arasına mesafe koymayı amaçlamasa bile bir mesafenin oluşması tehlikesini bünyesinde barındırdığından hareketle bir şeyler söylemeyi murat ediyorduk, ama yazı bizi bu noktaya getirdi. Murat ettiğimiz meseleye bir sonraki yazıda devam edelim inşallah.