Ekonomimizde Kasım ayı birçok önemli gelişmeye sahne oldu. Hatırlayacağınız üzere Hazine ve Maliye Bakanlığı’yla çok yakın çalışan Sayın Murat Uysal görevinden ayrıldı ve yerine guvernör olarak eski maliye bakanı Sn. Naci Ağbal getirildi. Ardından Sn. Berat Albayrak’ın sağlık sorunlarını öne sürerek istifa ettiği haberi geldi. Ardından Berat Albayrak yerine Sn. Lütfi Elvan getirildi.
Faiz artırımı hiç istenmeyen bir ortamda ağırlıklı fonlama üzerinden yapılan faiz artışlarıyla, faiz artırımına imkân tanıdığı için gereken yerde faiz artışı yapılmamasıyla birlikte kurdaki yükselişin fitilini ateşlediği ve önceki yazımda bahsettiğim gibi Murat Uysal döneminde alınan son kararlarla Merkez Bankası kredibilitesini yitirdi. Kredibilitesini yitiren Merkez Bankası’nın faturası aynı bakış açısı ve perspektifleri aynı olan iki isme yani Merkez Bankası Başkanı ve Hazine ve Maliye Bakanı’na kesilmiş oldu.
SORUNLARI GELECEĞE ERTELEME YOLU SEÇİLDİ
Ekonomi yönetimi aslında çok hızlı şekilde bir yol ağzına gelmişti. Ya ödemeler dengesi kriziyle ve temerrüde düşmeyle mücadele edecekti ya da sermaye kontrollerini, TL’deki değersizleşmenin önüne geçebilmek için devreye sokmak zorunda kalacaktı. Ekonomi yönetimi 2013 yılından sonraki davranış kalıbına uygun bir seçim yaptı. İkisinden de sakınarak mevcut sorunları geleceğe erteleme yolunu seçti. Türkiye ekonomisi; Merkez Bankası Başkanı değişimiyle, kabine değişiklikleriyle sorunları çözülecek kadar kolay bir ekonomi olsaydı keşke. Maalesef…
FAİZDEN ÇOK DAHA ÖNEMLİ KARARLAR
Yeni ekonomi yönetimi ve açıklanan yeni ekonomi programı ilk olarak piyasalarda pozitif etki yarattı. Para politikasının ilk icraatı politika faizini 475 baz puan artırarak, %15’e getirmesiyle güven kazanmak için ilk adımı atı. Faiz artışından önemli bir diğer adımda tüm fonlamanın temel politika aracı olan 1 hafta vadeli repo faizi üzerinden yapılmasına karar verildiğini açıklaması ve geç likidite ile ilgili bir hükmün yer almaması kafa karışıklığına sebep veren durumu ortadan kaldırmış oldu. Önceden Merkez Bankası faiz arttırmıyor gibi gözükerek faiz artırıyordu. Politika faizini belli seviyelerde tutarak geç likiditelerle faiz artışı yapılıyordu. Bundan sonra politika faizi üzerinden faizlerin değerlendirileceğini belirterek bir şekilde bundan sonra bu konuyla ilgili kafa karışıklığı olmayacağına dair garanti verdiğini söyleyebiliriz.
PARASAL SIKILIŞMA İÇİN YEŞİL IŞIK YAKILDI
Enflasyonla mücadele ve parasal sıkılaşmanın yapılacağına dair sinyallerde metnin içinde geçiyor. Özellikle vurgulanan düşük enflasyon ortamının kalıcı olarak tesis edilmesi, ülke risk priminin düşmesi, dolarizasyon eğiliminin tersine dönmesi, döviz rezervlerinin artış eğilimine girmesi ve finansman maliyetlerinin kalıcı olarak gerilemesi yoluyla makroekonomi ve finansal istikrarın sağlanmasını hedeflemesi verilen kararla da örtüşmekte. Pandeminin olduğu bir dönemde tabi ki faiz artışı sevilmez ancak; Türkiye’nin geleceğini kurtarabilmek, risk primlerini düşürebilmek, uzun dönemli faizlerini aşağıya çekebilmek için bu faiz artışı gerekiyordu. Bu kadar olumsuzluk içinde bu metinler çok olumlu karşılandı diyebiliriz...
FAİZDEN SONRA PİYASALARA ‘BİDEN’ ETKİSİ
Ama tabi ki piyasalarımızda bu faiz artırımının getirdiği rüzgârda geçici oldu. 21 Ocak’ta görevi alacak olan ABD Başkanı Biden’ın ve çevresindekilerinin mesajları ve bu mesajlardaki üslup giderek sertleşiyor. Bu üsluplar Türk varlıkları, döviz ve borsa üzerinde olumsuz baskı oluşturuyor. Özellikle AB raporunda Türkiye ile tam üyeliğin askıya alınması ile ilgili haberlerin basına sızmasıyla birlikte faiz artırımının yapıldığı haftadan sonra Türkiye’deki döviz hesaplarında 1 haftada 3 milyar dolar artış gerçekleşti. Dövizde yukarı yön tekrar devam etti. Tabi diğer bir handikapta Merkez Bankası’nın döviz rezervlerinin 50 milyar dolar ekside olması. Görevden alınmalar ve siyasetteki iç karışıklıklar tekrar rüzgârın yönünü değiştirmiş oldu. Pandemiyle daralan ve vaka sayılarının artmasıyla Avrupa birincisi olan ülkemizin bu kışı nasıl geçireceğini tahmin etmek zor değil.
AB ülkeleri resesyona girmiş iken tecrit uygulamaları bizimde gündemimize gelebilir ve ekonomik yönden zor bir kışa giriş yapabiliriz. İşte bu sebepten dolayı yeni ekonomi yönetiminin işi de hiç kolay değil.
BORSA İSTANBUL’DA GÜNDEM KATAR
Bir diğer konuda Borsa İstanbul’un %10’unun Katar tarafından satın alınmasıyla ilgili. Bu hissenin daha önceden Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası’na ait olduğunun bilgisini vereyim. Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası geçen yıl ekim ayında bu %10’luk hisseyi Borsa İstanbul’a satarak Türkiye’den çıkmıştı. İşte bu %10’luk hissenin Katarlılar tarafından alınmasıyla ilgili konut satışlarında, Türkiye’ye gelen turist profilinde, portföy yatırımları için Türkiye’yi tercih edenlerindeki değişim dikkat çekiyor. Her kur krizinde olduğu gibi yatırımcılara güven telkin edildiği şu zor dönemde ülkemize Katar, Çin gibi ülkelerin ilgisi olduğunu görüyoruz. Buradaki durum Türkiye Batı’ya mı yoksa Doğu’ya mı kayacak sorusu yıllarca üzerinde konuşulan bir konu. Ama politikalar hep ortada kalmaya çalıştığımızı gösteriyor.
GÜNÜ DEĞİL GELECEĞİMİZİ KURTARMALIYIZ
Ülkemizin; reform söylemlerini gerçekleştirebileceği, hukukun üstünlüğünü esas alan, hesap verilebilir, kaynakların hakça bölüşebildiği, üretime ve teknolojiye dayalı bir modele ihtiyacı olduğu çok açık. Yapısal reformlar ve uzun vadeli bakış açısını yakalamadığımız sürece; ülkemiz yıllardır süre gelen örüntüyü hep yaşayacak ve toplum olarak sıçramamızı bir türlü yapamamış olacağız.
Bir sonraki yazımda buluşmak dileğiyle…