Dünya da ve ülkemizde esas sorunlardan uzaklaşılıp günün kurtarıldığı ekonomi ve halk sağlığı arasındaki açmazlarla geçen günlerimiz… Ekonomi de şuan ki gündem, COVID-19 salgınında ikinci dalga gelir mi?  Gelirse dünya ekonomilerini nasıl etkiler?

Geçen haftalarda açıklanan OECD Raporuyla başlayalım. OECD Raporunda iki senaryo ortaya kondu. Bunlardan bir tanesi eğer COVID-19 tekrar etmezse, mutasyona uğrayıp şekil değiştirmez ise ekonomide  2021 yılında toparlanma, 2022 yılında da ekonomilerin ivme kazanacağı yönünde. Ancak ikinci senaryo;  yani ikinci dalga gelirse eğer yeni bir virüs çeşidiyle birlikte korkutucu ve dramatik  senaryolar gündemde. İkinci senaryo da ülkemiz için de %8 ekonomik daralma öngörülmüş. Hatta ABD Borsaları da dahil olmak üzere birçok büyük borsaların çökeceği bile yazılmış. En son böyle büyük bir çapta küresel kriz 1918 yılında  ortaya çıkan İspanyol Gribi’yle baş göstermiş. İspanyol Gribi’nde 2.ve 3.dalgalar sırasıyla gelmiş ve ekonomik buhran yoğun bir şekilde hissedilmiş.

Dünya ekonomileri, virüsün aynı seyirde devam etmesinden ve ekonomik borç yükünden dolayı  bütün dünyada açılmak zorunda kaldı. Ardından vaka sayıları tekrar artmaya başladı. Şuan ki senaryodan çıkan seyrin devamında dünya ülkeleri tecrübe de kazandığı için bu en kötüsü olmaz. Ancak ülke ekonomileri hala toparlanmış değil. Asya piyasalarının raydan çıkıp çıkmayacağı da önem arz etmekte ancak şu seyirde de böyle bir beklenti yok.

SÜRÜ BAĞIŞIKLIĞI ZORUNLU OLABİLİR

Asıl sormamız gereken ikinci dalga gelirse ülkelerin nasıl bir yol izleyeceği… Ekonomi yönetimleri ilk dalgadaki gibi sert müdahale de bulunmayabilir. Yani çok eleştirilen İngiltere başbakanının sürü bağışıklığı modelini uygulamak zorunda kalabilir. Çünkü hiçbir ülkenin ekonomisi ikinci bir ekonomi kapanışını kaldıracak potansiyel de değil. Şirketlerin yaşayabilmesine olanak tanımayacak başta hizmet sektörü olmak üzere bir çok sektörü derinden vuracak bir durumu ortaya çıkarır.Yani kısacası ikinci dalga gelirse hem sağlık hem ekonomik yönden çok büyük sorunlarla karşılaşmamız kaçınılmaz olur.

ABD piyasalarında ki Haziran PMI verileri olumlu geldi. Özellikle sanayi ve perakende kısımlarında. Bu rakamların olumlu gelmesinin en büyük nedeni de Amerikan Merkez Bankası(FED)’in 250 milyar dolar şirket tahvili alımına gidebileceğini bildirmesiyle oldu.  Şu anda dünyadaki tüm yatırımcılar ABD Bono ve Tahvillerinden başka hiçbir şeye yatırım yapmak istemiyor. Bu da diğer gelişmekte olan ülkelere portföy yatırımlarında negatif olarak yansıyor.

ÜLKEMİZDEKİ EKONOMİK DURUM..

Ülkemizdeki ekonomik tablo dünyadaki gibi pek iç açıcı değil. Merkez Bankası’nın 25 Hazirandaki faiz kararıyla başlayalım. Merkez Bankası 9 toplantıda sürekli faiz indirirken, bu ay ki toplantı da piyasanın beklentisi Merkez’in 25 baz faiz indirimi yapacağı yönündeydi. TCMB faiz indirimini pas geçerek politika faizini % 8,25’te bıraktı. İhtiyatlı ve tedbirli olmayı tercih etti. Bu kararın üç önemli nedeni olduğunu düşünüyorum;

  1. Dünyada gıda fiyatları azalırken ülkemizde artması… Yani çekirdek enflasyonun kredi mekanizmasının yoğun çalışmasıyla beraber artış hızı bu kararı vermesindeki en büyük nedenlerden bir tanesi.  Gelen son verilerle faiz indirimi konusunda dünya genel trendine uymadı.

  1. İhracatını en yoğun yaptığımız Avrupa bölgesinin henüz ekonomik anlamda toparlanamaması ve ikinci dalganın belirsizliği.

  1. Kur nedeniyle oluşacak maliyet enflasyonu yoktu. Kur zaten yeteri kadar yükseldi ve belirli bir bant aralığında ilerliyor. Ancak talep enflasyonunun olma ihtimali çok yüksek. Çünkü inanılmaz bir şekilde tarihi derecede kredi aktarımı söz konusu bu aktarım Tüketici ve Konut kredilerine gidiyor.

Dolayısıyla buradan gelecek bir talep enflasyonu önümüzdeki günlerde bizi beklemekte olduğu için birde zaten negatif reel faiz getirisi ortada iken Merkez Bankası bu kararı vermiş oldu. Doğru da yaptı...

DÖVİZ REZERVLERİ AZALDI

Merkez Bankası’nın faiz kararından bahsederken rezervlerinden bahsetmeden geçemeyeceğim.19 Haziranda Merkezin brüt döviz rezervleri 2 milyar 261 milyon dolar azalışla 53 milyar 222 milyon dolar oldu. Merkez Bankası’nın rezervlerinin esas gerçeğinden bahsedersek swapları ve bankalardan ayrılan karşılıkları çıkarttığımızda rezervlerin aslında eksi de olduğunu görebiliyoruz. Merkez Bankası döviz piyasalarını kontrol ederek  diğer enstrümanlarını da kullanmaya devam ediyor.

Altın rekor kırdı bundan sonraki seyri ne olacak? Altın ve borsanın ilişkisi…

Daha önceki yazılarımda da bahsettiğim gibi… Dünya ülkelerinin Merkez Bankaları bu şekilde para basmaya devam ederse altının değer kaybetme ihtimali çok zor olur. Gelişmiş ülkelerden gelen taleple bağlantılı olarak tabi.

Türkiye’de altın fiyatını belirleyen iki veri var;

Biri altının ons fiyatı, diğeri Dolar/TL kuru. Yani özetlersek Türkiye’deki altın fiyatını yurt dışındaki altın talebi ve dolar kuru belirliyor. Ülkemizde döviz ve altın mevduatlarına kambiyo vergisi getirilmesinden dolayı ülkemizdeki yatırımcılar borsaya yöneldi. Alınan vergi kararıyla Borsa İstanbul’da hesap sayısı yüzde 25 arttı. Önümüzdeki bir ay siyasi bir sıkıntı çıkmaz ise kurun bu bantlarda seyredeceği kanaatindeyim. Ülkemizde yatırımların azlığından dolayı para kazanmanın zorlaştığı şu zamanlarda yatırımlarınızı dikkatli yapmanızı,  yatırım tavsiyesi vermeden öneriyorum.

TÜRKİYE İLK 10 EKONOMİ ARASINA GİRER Mİ?

Ekonomi yönetiminin bu krizi bir fırsata çevirip; kriz sonrasında diğer ülkelere göre daha az ekonomik zararla çıkıp hatta tedarik zincirlerinin coğrafyamıza kayması, Türkiye’nin daha fazla yatırım alması ülke ekonomimize olumlu yansıyacaktır. Diğer yandan petrol fiyatlarının düşmesi nedeniyle dış açık sorununun azalması ya da bollaşan para nedeniyle yatırımların tekrar finanse edilmesi konularıyla 2008 krizinden sonra 2010-2013 yılları arasındaki gibi hızlı ekonomik büyümeye girileceği yönünde bir beklenti var. Ancak bu önümüzdeki 3 yıl içinde mümkün gözükmüyor. Toplam ekonomik büyüklükten ziyade kişi başı gelir ve gelir dağılımı adaleti olarak Türk ekonomisi kötü performans sergiliyor. Türkiye’de kişi başı gelir 9.128 dolara kadar geriledi. 2013’ten beri sürekli bir düşme eğilimi var. Eğer 2020 yılı için öngörüler devam ederse Türkiye’de kişi başı gelirin 9 bin doların altına düşme ihtimali de söz konusu…

G-20 ülkeleri arasında ülkemiz 777 milyar dolar kapasiteyle 17.sırada ve Dünya’da GSYH’da 19.sırada ve 20.sıraya düşme ihtimali var. Bu sebeple ilk 10’a girmemiz için bizim üstümüzdeki ülkelerin yavaşlaması, çok yüksek katma değer yaratan bir ekonomiye sahip olmamız ve performansımızı iki katına çıkarmamız gerekiyor. Milli gelirini de 10 yılda 2 katına çıkarması gerekmekte. Bu birkaç sene de değil biraz daha uzun vadede olabilecek bir durum. Yeter ki doğrusunu yapalım ve artık reformlara başlayalım. Neden olmasın?

GELMESİNDEN KORKULAN İKİNCİ DALGADAN KURTULMAK İÇİN..

Ülkemizde yaşanan ekonomik ve finans krizi sadece bizde değil tüm dünyada yaşanıyor. Pandemiden önce sadece kar amaçlayan rasyonellikten, vicdandan, ahlaktan ve akılcılıktan uzaklaştığımız ve saptığımız ortada. Doğayı katletme ve para kazanma uğruna her türlü vicdansızlık yapılıyormuş hala yapılıyor. Biz ne yaparsak yapalım yaşam kendince bir yolunu buluyor.

Muhtemel bir ikinci dalgadan korunmak için; şirketlerin pandemiden önce şirketin nasıl yönetildiğini, nerelerde hatalar yapıldığını görmeleri, nakit akışlarını ve tasarruflarını buna göre düzenlemeleri, hatta şirketteki gereksiz yatırımların tespit edilip elden çıkararak hem beyaz yaka hem mavi yaka olsun bütün çalışanların özlük haklarını koruyabilecek seviyede olmaları gerekmekte.

Çünkü ekonominin en temelinde paradan önce insan vardır. Şahsi kanaatim; İster şirket olsun ister birey bu dönemde kendini sorgulayan, hataları varsa hatalarıyla yüzleşen, değişime açık, kendi kendine yetmeyi başaran ve sabırlı olanların  olası bir COVID-19’un ikinci dalgasında ayakta kalabileceğine inanıyorum.

Bir sonraki yazımda buluşmak dileğiyle..

Sevgiyle ve sağlıkla kalın..