Tamamen seçime odaklanmış ve ilk altı ayını- iki ekonomik çeyreğini- ağırlıklı politika ile geçirmiş bir Türkiye var önümüzde. Rakamsal olarak ihracatta minik artışlar ya da enflasyonla ilgili düşen rakamlar görsek bile, bunların aslında üretim ve satın alma gücünün düşmesinden kaynaklı olduğunu anlamak çok zor değil.
Geçtiğimiz yıl tam da kurban bayramı ertesinde meydana gelen dolar krizi hâlâ yeterince kontrol altında değil. Bununla beraber artışa geçen fiyatları maalesef satıcı ya da üretici de düşürme niyetinde hiç değil. Döviz bazlı üretim yapmayanlar bile sadece durumdan nemalanarak olmadık ürünlere zam yaptılar ki bundan çıkaracağımız tek sonuç dürüst olmayan bir üretici- satıcı anlayışı olabilir. Girdisi ya da satın alımları yurtdışından ithal edilmeyen ürünler dışında ülkem insanının bu gözü doymaz tavrı maalesef döviz bazlı maaş almayan kesimi -ki ülkenin en büyük çoğunluğu- fazlasıyla etkiledi. Üstüne üstlük firmalar bir de ürünlerine asgari ücret zammı da eklediler geçtiğimiz süreçte yani yine asgari ücretlinin parası pul oldu.
İşin özü ceplerde para kalmadı, özsermayeler tükendi, işçilik ve vergi ödemeleri çok zorlaştı ve kalan 6 ay ekonomi çanları pek iyi çalmayacak gibi görünüyor. Peki, ülkemizdeki refah düzeyinin artması, ücretlendirme ya da yaşam kalitesindeki uçurumu azaltmaya yönelik yapılacak bir şeyler var mı? Hâlâ umudumuz olabilir mi? Bu, önüne gelen herkesin politika konuştuğu ülkemizde, yine önüne gelen herkesin ekonomi konuşmasıyla çözülecek bir durum değil. Ayrıca çözümün sadece en yüksekten gelmesini beklemek zaten en başından beri yanlış olduğu gibi çare de değil.
Biz, bireyler, vatandaşlar olarak içinde bulunduğumuz tüketim çılgınlığından, marka bağımlılığından ve gösteriş kusurlarından arınmadığımız müddetçe, biriktirmeyi, gereksiz harcama yapmamayı ve tutumlu olmak zorunda oluşumuzu kabul etmediğimiz sürece sadece ağzımızda sakıza dönen bir ekonomi bozuk söyleminden öte gidemeyiz. Çünkü parayı kazanmadan harcayan, kazanmadan borçlanan toplum yapısı, diğer yanda lüks tüketimde hiç azalmayan bir ekonomik süreç ve daha da önemlisi yapılan eylem planların çok askıda ver yüzeysel kalması, görünen tablonun kendisi.
Evet, varsa yoksa üretim üretim üretim… Tamam, doğrusu bu da neyi kastediyoruz bu üretimle? Kendi markalarımızı kullanıyor muyuz? Kendi ürünlerimize değer ve önem veriyor muyuz? Kendi paramızın güçlenmesi için TL’de kalıyor muyuz? Her bir birey yurtdışından gelen herkese aynı hassasiyeti gösteriyor ve daha çok kişinin, turistin, alıcının ve yatırımcının gelmesi için elbirliğiyle çalışıyor mu yoksa herkes beni ilgilendirmez deyip anlık vurgunlar peşinde mi?
Sıra elbette ekonomiye gelir, gelecektir kanımca. Ama itiraf edelim ve samimi olalım, biz toplum olarak buna hazır mıyız?
Sırf dolara zam geldiği için aslında stokta elimizde olan ve eski fiyattan aldığımız binlerce ürünü eski fiyattan satmaya devam edecek miyiz? Her gelen yabancıya ister havaalanındaki taksicisinden ister sokaktaki su satıcısına fiyatı 1 lira olanı 10 liraya satmayacağımıza söz veriyor muyuz? Önce kendimizin kendimize söz vermesi gerek dürüst olmak konusunda. Önce kendimizin ticareti ahlaki yoksunluktan kurtarmamız, krizi fırsata çeviren ama vatandaşın belini büken uygulamalardan vazgeçmemiz gerek.
Gerçekten komşusu aç yatanın tok olmaması ve eline hak etmediği para geçen kişilerin bunu vicdanen de sorgulaması gerektiğine ne zaman inanacağız? Sadece kişisel ticaretini ya da ekonomisini düşünenlerle yürümez bu gemi. Herkes aynı sözü ahlaken, fikren ve fiziken verirse umut var. Aksi halde hali-i pür melalimiz zaten ortada.