Çok düşündüm üzerine, izledim görüntüleri, sesleri dinledim tekrar tekrar. Kanım dondu her seferinde, parmak uçlarıma kadar ürperdim, boğazım düğümlendi, gözyaşlarıma hâkim olamadım.
Bir insanı öldürmek, defalarca bıçaklamak, boğazını kesmek, evladının yanında, önünde, güpegündüz… Nasıl bir psikolojik vaka, nasıl bir kızgınlık ya da nasıl bir dengesiz ruh haliydi o.
Hangi sorun konuşulamayacak, hangi cümle bir kadına, çocuğunun annesine bunu yapacak kadar ileriye götürebilirdi insanı?
Hangi duygu ya da duygusuzluk belki, hangi nefret ya da hangi yaşanmışlık insanın elini kana bular, bir insanı bırak incitmeyi, onu katil yapardı?
Ülkemizde, sadece Ağustos ayında 49 kadın öldürüldü. Hepsi eşleri ya da erkek arkadaşları, nişanlıları, çoğu tanıdıkları kimseler tarafından.
Kadın cinayetlerinin temel sebepleri de, katillerin kimler olduğu da, yapılmış pek çok istatistik ve sosyolojik araştırma neticesinde saptanabiliyor ülkemizde. Genel veriler de en yakın kişiler olduğunu ortaya koyuyor zaten.
Ancak cezaların yetersizliği mi yoksa cehaletin zirve yapması mı bilmiyorum, cinayet işlemenin bu kadar kolay olması sadece iç acıtıcı değil aynı zamanda dehşet verici.
Dehşet verici çünkü aynı şehit cenazeleri gibi, kadın cinayetleri de ertesi gün yok oluyorlar.
Dehşet verici çünkü her gün bir yeni isim ekleniyor listeye ve hafızamız maalesef hep en sondakini hatırlıyor.
Dehşet verici anne mezara, baba hapse girerken geride kalan çocuklar ne oluyor bilmiyoruz?
Bu dehşetin gerçek enkazının onlar olduğu ve bu enkazın ölen kadar çocuklarla beraber yaşadığını biliyor muyuz?
Çocuklukta yaşanan travmaların çok büyük bir kısmının hiç unutulmadığı, kaybolmadığını psikologlar söylerken, anneler hiç acımadan çocuklarının gözlerinin önünde üstelik babaları tarafından katledilirken, biz o çocukların hayata adapte olmalarını nasıl bekleyebiliriz?
Biz o çocukların bir daha çocuk olabileceklerine inanıyor muyuz? Ailesiz, yuvasız hatta kimsesiz kaldıktan, bunun üzerine gözlerinin önünde yaşanan dehşetten sonra, o çocuklardan ne bekleyebiliriz?
Sadece Ağustos’ta 49 kadın katledildi, resmi verilere göre. Yıla, yıllara vurunca ortaya çıkan rakam çok büyük. Ve bu kadınların ölümünden geriye kalan evlatların sayısı, bu evlatların psikolojisi?
Derin bir uçurum doğru yuvarlanıyor ülkemde insani meseleler
Bir canlıya zarar vermemek gerektiği alnımıza yazılmışken, öldürmek, şiddet göstermek hangi aklın, hangi hastalığın, hangi fikrin emaresi?
Biz bu aşamaya nasıl geldik?
Bunca şiddet, acı, acımasızlık, zalimlik nereden fısıldanıyor kulaklara?
Yaşadığımız dünyalar bu kadar farklı mı da, bu kadar ayrı düşünebiliyoruz?
Çok değil, sadece 1 hafta önceydi Emine Bulut cinayeti.
Gözü dönmüş kocasının katlinden, ölümünden saniyeler önce “ölmek istemiyorum” deyişi. Onu kanlar içinde kucaklayamayan kızının” anne lütfen ölme” çığlıkları.
Unutulabilir mi?
Unutmak mümkün mü?
Yenisi gelene kadar mı bizim üzüntümüz?
Yenisi eklenene kadar mı yardım, isyan çağrımız, haykırışlarımız?
Bu kadar mı insanlığımız?
Bu kadar mı zalimliğe, zalime dur deyişimiz?
Bir Emine Bulut vardı dostlar, artık yok…
Ayşe, Fatma, Şerife, Nazlı, Gül ve yüzlercesi gibi toprağa verildi.
Geriye isimleri ve onlarsız yaşama mahkum edilen evlatları kaldı.
Bize de bu ayıpla yaşamak, bu kadınlar ve bu çocuklar için konuşmaktan başka hiçbir şey yapmamak kaldı.