Sanatın, edebiyatın artık pek revaç görmediği dönemleri yaşıyoruz. Sanat, edebiyat ne zaman revaç gördü ki denilebilir. Haklısınız. Tarih boyunca sanat da edebiyat da kısıtlı bir kesim tarafından revaç görmüş meslekler. Denilebilirse cemiyetin en iyi eğitim almış veya kendini en iyi yetiştirmiş kesimleri tarafından ciddiye alınıp icra edilen meslekler olmuş.
O zaman bu hâl yeni bir hâlmiş gibi söylemenin âlemi ne diyebilirsiniz! Bunda da haklısınız. Madem böyle bir cümle kurduk devamını da getirelim veya cümlemizin doğruluğunu temellendirmeye çalışalım. Nüfusa ve sanat-edebiyatla iştigal edenlerin sayısına baktığımızda sanatla, edebiyatla uğraşanların ciddi rakamlara ulaştığını çok rahat tespit edebiliriz. Hele edebiyatın şiir şubesiyle ilgilenenler üzerine çevirirsek bakışımızı, bir latife olarak söylenen “Her on kişiden yirmisi şair” denilebilir. Hatta “Her Türk genci şiirle başlar hayata.” sözünü bile haklı çıkarabilecek malzeme bulabiliriz! Neyse, bunlar meselenin latife kısmı.
Asıl önemli olan meselenin arz ettiği görünüm. Çok fazla sayıda insan şiir yazıyor. Fakat bu yazılanların şiiriyetinin değeri nedir, o biraz tartışmalı.
Biliyorsunuz şiir kelimelerle yazılır. Ve kelimeler dilin en temel unsurlarındandır. Dil ise kendisi başlı başına bir soyutlamadır. Eşyaya verdiğimiz isimler, bir hâli anlatırken kullandığımız kelimeler falan, hepsi birer soyutlamadır. Şiir ise bu soyutlama unsuru olan kelimelerle yeni bir soyutlama yapılarak inşa edilebilen bir metindir. Hangi şiir anlayışına sahip olursanız olun soyutlamanın bir unsuru olan kelimelere muhtaçsınız. Üstelik o kelimelerle siz ayrıca bir soyutlama yapmak zorundasınız.
Duyduğunuz veya kullandığınız veya okuduğunuz kelimelerin sizin zihninizde bir şey çağrıştırabilmesi ancak o kelimenin sizin hafızanızda veya ait olduğunuz cemiyetin kullandığı dilin hafızasında bir yerinin olmasına bağlı. Eğer içtimaî hafızada herhangi bir yeri yoksa o kelimenin -ki o dildir- zihninizde herhangi bir şeye tekabül etmeyecektir.
Dil diyoruz mesela. Kullandığımız bu kelimenin Türkçemizde çok farklı şeylere karşılık olarak kullanıldığını bir hatırlamak gerekiyor. Her şeyden önce lisan anlamında kullanıyoruz dil kelimesini. Ki bu yazıda da şu ana kadar hep lisan anlamında kullandık bu kelimeyi. Tavır – hâl anlamında kullanıyoruz mesela. Vücut dili diyoruz mesela bu konuda. Veya şairin dili diyoruz, şiirlerinde kullandığı genel üslûp anlamında. Üslûp dedik, dil aynı zamanda üslûp anlamında kullanılıyor mesela. İdeoloji – söylem anlamında kullanıyoruz mesela dil kelimesini. Bu anlamda da sağın dili – solun dili – hakikatin dili gibi tamlamalar kullanıyoruz. En önemlisi de birçok şarkıda geçen hâliyle gönül anlamında kullanıyoruz mesela bu kelimeyi. Şarkılarda ehl –i dil diye geçiyor mesela bu kelime. Tabii ağzımızda taşıdığımız tat alma azamız dili de unutmuyoruz!
Dil kelimesiyle ilgili bu tedailer dilimizin hafızasında yaşamıyor ve biz bu kelimeyi duyduğumuzda tüm bu hâllerini hatırlamıyorsak kelimenin “ehl –i dildir diyemem sinesi saf olmayana” şarkı mısraının bizde herhangi bir karşılığı olmayacaktır. Bu tamlamayı ister duyalım ki şarkıları genellikle duyarız eğer söylemiyorsak, ister kullanalım, isterse okuyalım, bu yazıda kullanıldığı hâliyle, fark etmez bizde herhangi bir intiba uyandırmayacaktır. Dil kelimesi artık anlam itibariyle çok daraltılmış bir kelime hâline gelmek üzere. Lisan anlamı artık en baskın anlam hâline geldi. Bir de tabii tat alma azamız olarak anlamını koruyor.
Bu hâl Türkçemizin fakirleşmesini de beraberinde getiriyor. Fakirleşen bir Türkçede mesela “Şiir hakikatin dilidir.” gibi bir cümleyle herhangi bir şey anlatabilmeniz mümkün olmayabilir! Bu cümleyle lisana mı dikkat çekiyorsunuz, ideolojiye mi dikkat çekiyorsunuz, yoksa hâl – tavra mı dikkat çekiyorsunuz, muhatabınıza aktaramazsınız. Çünkü dil kelimesinin diğer anlamları ait olduğunuz dilin hafızasından çekilip alınmış, neredeyse dilden silinerek unutturulmuş. Onun için de bir ilginçlik hatta bir artistlik olarak söylenmiş bir cümle olarak algılanması çok daha gerçekçi bir bakış olur.
Ayrıca bu cümleden hareketle önemli bir tartışma da başlatılabilir: Şiir hakikatin dili midir? Şiir hakikati mi söyler?
Hemen bulunduğum mevzi neresidir, onu söyleyeyim:
Şiir hakikati söylemez. Belki hakikate işaret edebilir, hakikati ima edebilir ama hakikati söylemez. Çünkü lisan anlamında hakikatin dili farklıdır. Tarz anlamında hakikatin dili farklıdır. Hâl – tavır anlamında hakikatin dili farklıdır. Hatta üslûp anlamında, cümle kuruluşu anlamında hakikatin dili farklıdır.
Hakikatin görünümü de farklıdır. Hakikat tektir ama inananlarının tavırları kadar da farklı görünümleri vardır. O şiirle, şiirin mısra kuruluşuyla, şiirin yaptığı dil içindeki soyutlama ile anlatılamaz. Bu, şiirde hakikat bulunmadığı anlamına gelmez. Şiirde bulunan hakikatten izlerdir. Diyelim ve yazımızı burada hitama erdirelim. Tartışmalı bir mesele, niza çıkarabilecek bir mesele. Önümüzdeki yazılarda tartışmaya devam edelim.