Yazıyı kaleme aldığım saatlerde, 6 Şubat Kahramanmaraş (Büyük felaket) depreminin üzerinden, 16 gün geçmiş olacak. İnsanlar hala sevdiklerini arıyorlar ve “sonsuz bir yas” içindeler. Afet bölgesinden gelen görüntüler dayanılacak gibi değil. Binaların yasalara aykırı bir şekilde yapıldığı açık biçimde kendini gösteriyor. Bu görüntülerin çoklu hataların sonucu olduğu muhakkak. Ortak kanaat Türkiye’nin inşaat yönetmeliklerinin, mevcut deprem yönetmeliği standartlarını karşıladığı yönünde. Çünkü son depremlerde de görüldü ki, yönetmelikler nadiren uygulanıyor ve bu da; neden bu kadar binanın çöktüğünü açıklıyor. Şimdiye kadar başımıza gelenler, bize bir şey öğretmedi gibi gözüküyor. Bundan sonra da bildiklerimiz bir işe yarar mı; yaşayıp göreceğiz. İsmet Özel in deyimiyle “Tahammül etmek zorunda kaldığımız olayların akışı içindeyiz”. Bir şeyleri anlamamaya yemin etmiş gibi yaşıyoruz. “İnsan olmayı” değil, “zengin” olmayı seçtiğimiz sürece, başımız asla beladan kurtulamayacak.
Allah Aşkına “Biz kendimize ne yaptık”. Kendimiz ettik, kendimiz mi bulduk yoksa. Kendi tabutlarımızı inşa etmişsizde haberimiz yok. Yan yana olan Binaların bazılarının moloz yığınına dönmesi ve bazılarının da ayakta kalması, depremin her bir binaya farklı etki yaptığı olması değildir. Burada olan yıkılan binaların “kural tanımazlığı”, ayakta olan binalarında, “bilime ve mühendisliğe” uygun kurallara göre inşa edilmesidir.
Eğer bir şey onarılacaksa bu önce zihniyet onarımı olacak. İhtiyaç listemizi acilen güncellemeliyiz. Toplumun tüm katmanlarında, “Akıl ve bilim ışığında”, Ahlak, İyi Niyet, güven Liyakat, koordinasyon ve samimiyet oluşturmalıyız. Eğer bunu yapmazsak veya yapamazsak, her şeyden önemlisi, baş belamız “vurdumduymazlığı” yasaklamazsak, enkazlar altında yok olup gitmeye mahkum olacağız.
Düşünebiliyor musunuz? Deprem bölgesine yakın illerde ev kiraları %40 artmış. Bir tarafta kendi acılarını unutup, başka acıları dindirmek ve yaralarını sarmak için canla başla mücadele edenler, diğer tarafta acılardan para kazanmaya çalışan “vebalılar” sürüsü. Bir tarafta yıllardır biriktirdiği harçlıklarını veya en sevdiği oyuncaklarını, hiç tanımadığı arkadaşlarının “yüzü gülsün” diye, hiç düşünmeden gönderen güzel yürekli çocuklar, öte tarafta batan geminin mallarıymış gibi “enkazları yağmalayan” insan müsveddeleri. Deprem olur olmaz hiç düşünmeden, “bende varım” deyip bedenini siper eden yüce gönüllü insanlar. Başka bir taraftada, "sebep olduğu onca acıyı görmezden gelip", başka ülkelere kaçmaya çalışan sözüm ona müteahhit bozuntuları.
En acınası olanı da bunca “ızdırap ve acımıza rağmen”, birlik ve bütünlüğümüzü sağlayamamış olmamız.
Binalarımızı tekrar yapabiliriz, yeni "yollar" yeni "hastanenler" de yapabiliriz. İçimizdeki afetten kurtulmadığımız ve tek yürek olmadığımız sürece acılarımız azalmayacak. İyileşmek için gerçekten birlikte hareket etmek zorundayız. Travmayı birlikte yaşadık, bundan sonra da birlikte aşacağız. Vesselam.
Yazımızı Dervişin Teselli kolleksiyonuyla bitirelim.
"Asıl suçlu deprem değil onlardır.İnsanoğlu şehirleri doğru yerlere,yeterli malzemelerle inşa etmiş olsaydı,depremler "insan için bir eğlence ve sanat olayına dönüşecekti".Yaşlı küremiz dansını ortaya koymaya başladığında,herkes gözlerini dört açacak ve bu ilahi farklılığı seyretmenin tadına doyamayacaktı.Keşke depremler var olmasaydı diye düşünebilir insan.Oysa yerkürenin içindeki yüksek basıncı safha safha dışarıya çıkaran en önemli faktör depremlerdir".
Sağlıkla ve neşeyle kalın… Şubat 2023