​Dünden gelen ve yeni ortaya çıkan araştırmalar manipülasyon şüphesini artırıyor.

12-31 Aralık 2019 tarihleri arasında Çin’de 104 vaka ve 14 ölüm vardı.  Hastalığın insandan insana bulaştığı ve asemptomatik geçirilebildiği 26 Aralık 2019 itibarıyla kesinleşmişti (Çin’in yerel resmi kurumları açıkladı). 31 Aralık 2019’da Çin hükümeti virüsün insandan insana geçtiğine dair bir kanıtın olmadığını söylüyordu. Çin hükümetinin söylediğini bu sefer Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) 14 Ocak 2020’de tekrarlıyor ve virüsün insandan insana bulaşmadığını, salgın tehlikesi olmadığını iddia ediyordu. Çin ve DSÖ bir elden yönetilircesine sorumsuz ve adeta amaçlı açıklamalarını peş peşe yapıyordu. Sanki daha yeterince yayılmadı diyorlardı. Wuhan yerel hükümetinin 11 Ocak’ta hastalığın salgına dönüştüğünü açıklaması da Çin hükümeti ve DSÖ’yü adeta yalanlıyordu. Ve ilk yurt dışı vakası 13 Ocak 2020’de Tayland’da görülüyordu.
 
​Çin bu tarihlerde görülmemiş sayılarda maske ve solunum cihazı ithal etti. Açıklamalara güvenen ve salgının Çin’le sınırlı kalacağını düşünen devletler Çin’e yardım kuyruğuna girdi. Wuhan tecridinin ikinci haftasında Çin’e ulaştırılan maske sayısı iddialara göre 56 milyon idi. Sadece 30 Ocak’ta 20 milyon maske aldığı söylenmekte. Sadece Avustralya 82 ton tıbbi malzemeyi bir seferde gönderdi. Gönderen Avustralya’da hizmet veren Çin kaynaklı şirket idi. Tüm dünyada böyle çalıştılar. Dünyadan çektikleri tıbbi teçhizat ihtiyaçlarının kat kat üstünde idi. Dünyadaki malzemenin azalması da umurlarında olmadı.
 
​20-26 Ocak 2020 tarihleri arasında hastalık Wuhan eyaletinin dışında görülmeye başlandı. 23 Ocak’ta Wuhan’ın bulunduğu Hubei eyaleti toptan karantinaya alındı.  Giriş-çıkış ve seyahat kısıtlandı, diğer bölgelerle etkileşim  sonlandırıldı. Bu tarihte DSÖ kamu acil durumu oluşmadığı ve virüsün Çin dışına çıktığına dair kanıt olmadığını açıkladı. Wuhan havaalanı yurt içi uçuşlara kapatılmasına rağmen diğer devletler durdurana kadar uluslararası uçuşlar devam etti. Ülkeler ardı ardına Wuhan’a ve Çin’e uçuşları durdurmaya başladığında Çin hükümeti yapılanları ırkçılık olarak nitelendirip suçlamalarda bulundu. DSÖ Başkanı hemen ardından 10 Şubat’ta “basmakalıpçılık ve ırkçılık virüsten daha tehlikelidir” diye açıklama yaptı. Çin; “ülkemize yayılacağı kadar yayıldı, diğer ülkelere de yayılmaya devam etsin” der gibi bir süreç yürütmüş ve DSÖ’de desteklemiş gibi. Çin’in Wuhan’daki tedbirler sonucu salgını oralarda kontrol altına aldı. Fakat diğer eyaletlere yayıldığı halde ve oralarda salgın önlemleri tam anlamıyla alınmadığı halde virüs yayılması buralarda görülmedi. Yani Çin’in diğer eyaletlerine salgının uğramaması gerçekten atlanmaması gereken ayrıntı.
 
DSÖ uluslararası acil durum ilan ettiğinde tarihler 30 Ocak’ı gösteriyordu.
Ülkeler bu tarihten sonra sınır kontrolü yapsa da artık salgın önü alınamaz bir hal almıştı. DSÖ ancak 12 Mart 2020’de COVID-19’un pandemik (salgın) hastalık olduğunu ilan etti. Ülkeleri uyarmak için vakit artık çok geçti. Oysa 11 Ocak’ta durumun salgın olduğu aşikardı.
 
DSÖ’nün tavrını savsaklık,  vurdumduymazlık,  tecrübesizlik  veya yetersizlik olarak açıklamak olanaksız. Geriye kalan seçenek ise salgının yayılmasını beklediler olabilir elbette.
 

Gelelim İran’ın Kum şehrindeki 2 vakaya…

 Bu iki vaka şehirdeki ilk hastalardı, Çin veya herhangi bir ülke dışından temasları yoktu. Yarasa yememişlerdi, yarasa çorbası içmemişlerdi, karıncayiyen de yememişlerdi. Yani açıklanabilir bulaşma yolu yoktu. Aynı durum dış dünya ile ilişkisi olmayan “Theodore Roosevelt" uçak gemisinden sonra, "USS Nimitz" ve "USS Ronald Reagan" uçak gemilerinde Covid-19 vakaları tespit edildiğinde yaşandı. Bu gemilerde de yarasa çorbası pişmediğine eminim. Açıklayabilen bir adım beri gelsin.
 
Yeterince kafanız karışmadıysa yarın söz karıştıracağım…
 
Sağlıcakla kalın.