Dilimin sınırları, dünyamın sınırlarıdır.
Witgenstein
Hiç düşündünüz mü?
Evreni, dünyayı, toplumları, insanları?
Kendinizi ve gerçekliğinizi…
İnsan nedir?
İnsan neyle düşünür?
İnsan konuştuğu için mi düşünür, düşündüğü için mi konuşur?
Dil nedir?
Toplumlar, aileler ve bireylerarası iletişimde dilin rolü, önemi nedir?
Dil mi öncedir, düşünce mi öncedir?
Düşünce dilden ayrı düşünülebilir mi?
Dil (kavramlar) olmadan düşünebilir miyiz?
Bir kimsenin konuştuğu dil o kişinin düşüncesinin içeriğini ve biçimini, davranışlarını belirler mi?
Hiç düşündünüz mü?
Evet. Bu sorular, varoluşsal anlamda insanı ve dünyayı anlamlı kılan sorulardır.
Bu anlamlılıktan dolayı olsa gerek ki antik çağda insan; “zoon logon ekhon” yani konuşan canlı olarak tanımlanmıştır.
Logon logosla ilgili olup, iki anlamı ihtiva eder, söz ve düşünce.
Sorunun birincisini (ki diğer soruları doğuran ana soru olması hasebiyle) felsefi tanımlamalardan uzak, basit bir şekilde tanımlamak gerekirse, ““dil” bir dizi kelimenin anlamını kontrol eden kurallar bütünü” denilebilir.
Evet. Dil bir anlamlar bütünüdür.
İnsanın evreni, kendini ve diğerlerini anlamlandırma bütünü…
Bu olmazsa olmaz olan önemi ve özelliğinden dolayı, düşünce tarihinin ilk yıllarından itibaren başlayan ve son aydınlanma çağı ile devam eden süreçte, özelde Dil-düşünce ilişkisi bilim adamlarının özellikle ilgisini çekmiştir.
Çünkü insanları diğer canlılardan ayıran özelliklerden biri düşünme yetisine sahip olmalarıdır. Düşünebilmesidir.
Ve insanın gerçeklikle (varoluşla, dünya-uzay) düşünce ve dil bağlamında var olma çabasını anlaşılır kılmayı amaç edinen bilgi sevdalısı düşünce / bilim insanının için bu gerçeklik üzerine çözümlememe yapmaması düşünülemez olandır.
Çünkü evet, insanın anlamlı bir varlık olarak hayat sahnesinde yer alması bilmek, öğrenmek, araştırmak, sormak sürecinde kendinin “insan “ olduğunu düşündüğünü gösteren davranışlar sergilemesiyle ilintilidir.
Sadece etten kemikten ibaret olmayan, anlamlı bir varlık olmasının anlaşılır-görünür olması,
İnsanın bu özelliklerle mücehhez olmasını gerektirmektedir.
Yoksa yeryüzünde insan gibi dolaşan ama gerçekte insan olmayan, hayvanlardan daha aşağı davranışlara örneklik teşkil eden insancıklarla çokça karşılaşmak durumundayız.
Öyle değil mi?
Dolayısıyla insan olma derdi olan herkes hem kendinde hem de muhatap olduklarında insanca olan bu özellikleri aramalıdır.
Düşünmek, sorgulamak, anlamak, üretmek, değer katmak… Özelliğini.
Tam da bunun içindir ki insan, bu hayatta huzurlu kaliteli bir yaşam yaşama noktasında başarılı olmak gibi bir derdi varsa, anlamlı bir varlık olarak kendinin ve bir başkasının hangi dilde konuştuğuna dikkat kesilmelidir.
Muhatabımız hangi “dil” anlamlar, iletişim sistemi, kültür içinde düşünüp yaşıyor, ben hangi “dil” de düşünüp yaşıyorum?
Anlamalı ve anlamlandırabilmelidir..
Bu bağlamda yine dikkat kesilinmesi gereken en önemli yerin dilin sadece konuşmak olmadığının bilinmesi, anlaşılmasıdır.
Evet. Dil toplumun genelinin anladığı ağzımızdaki kelimelerin nasıl çıkacağını kontrol eden, et parçası aracılığıyla harfleri bir bütünlük içerisinde muhataba iletmek yani sadece konuşmak değildir.
Çünkü dilsiz insanlar da konuşur, bir başkasıyla konuşur.
İşaret –beden diliyle, misal…
Örneğin bütün insanların ana dili beden dilidir.
Çünkü daha dünyaya doğar doğmaz annesiyle ona bakım verenle beden dili üzerinden bir iletişim ağı içinde kendini var eder.
Öyle değil mi?
Yani burada anlaşılması gereken dil sadece bir dil değildir.
Dil bir İletişim sistemidir.
Bir iletişim sistemi bir yaşam tarzı olarak, binlerce yılın ürünü olan kültürel kodlardan ibarettir, dil…
Yazının burasında dilin daha iyi anlaşılması için hemen herkesin aşina olduğu kültür tanımlamasından yola çıkarak dilin hayatımızda oynadığı role vurgu yapmak gerekiyor.
Kültür genelinde bildiği üzere toplum içinde birbirimizi anlamamıza neden olan daha doğarken hazır bulduklarımızdır.
Anneden babadan, akrabadan, arkadaştan, okuldan öğrendiklerimizdir.
Bunun yanında sosyolojik anlamıyla kültür “tarihsel ve toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan her türlü değerlerle bunları kullanmada, sonraki kuşaklara iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların tümüdür. Denilir.
Kültür olgusu anlaşıldığında inanıyorum ki dil daha iyi anlaşılacaktır. Kuşkusuz.
Çünkü kültür insanı diğer canlılardan ayıran en önemli olgudur.
Malum olduğu üzere insan yavrusu, diğer pek çok canlı türüyle karşılaştırıldığında, doğada kendi biyolojik donanımıyla hayatta kalmayı başarmak açısından zayıf ve yetersiz bir varlık olarak görülür.
Örneğin bazı canlılar gibi avını yakalamak ya da bir avcıdan kaçmak için gelişmiş bir hız yeteneği veya avını yakaladığında onu kolaylıkla etkisiz hale getirip parçalayabilecek pençeleri ya da dişleri türünden biyolojik avantajları yoktur.
Dolayısıyla insanın hayatta kalmasını ve türün devamını sağlayan yegâne avantajı, onun kültürüdür.
Ve kültürü oluşturan ve kendinden sonrasına bir gelenek olarak aktarılmasını sağlayan zekâsı, aklı ve bu zekâ ve akıl çerçevesinde oluşturduğu sosyal kurumlardır.
Kültür az öncede belirttiğim üzere tekraren daha iyi anlaşılsın diye en genel tanımıyla, insanın doğa dışında yarattığı ve ona eklediği maddî ve manevî her şeydir.
En basitinden günlük hayatta, üzerimize giydiğimiz giysiden beslenme sistemine, barınma tarzından dinsel inanışımıza, toplumsal örgütlenmemizden insanın hayatı anlamlandırdığı her şeydir kültür.
Her bir kültür binlerce yılın yaşanılmış ve sembollere üzerinden kendini faş eden sistemdir.
Dolayısıyla ayrı ayrı coğrafik ortamlarda farklı anlamlar /dil bütünlüğünde yaşanmışlıklar olduğu için, bir kültür için doğru olan bir başkası için yanlış olabilir ya da bir kültür için olağan olan bir başkası için anormal olabilir.
Özetle sadece yaşanabilir bir ortama değil, aynı zamanda bir kültürün içine doğarız.
O kültür bizi biçimlendirir, nasıl davranacağımızı, hatta nasıl düşüneceğimizi o kültürden öğreniriz.
Kültür elimize yaşamda karşılaşacağımız durumlar, zorluklar ve sorunlar için bir harita ya da bir rehber tutuşturur.
Yolumuzu onunla bulur, sorunlarla karşılaştığımızda çözmek için bu rehbere başvururuz.
Ancak bu harita ya da rehber durağan değildir, sürekli değişir.
Değişimin hızı kültürden kültüre, zamandan zamana değişebilir, ama değişim her yerde ve her zaman esastır.
Bu anlamda yine hiçbir toplum ya da kültür başlangıcındaki durumunda değildir, olamaz. Değişim kaçınılmazdır.
Kültürler birbirleriyle etkileşim gereği, çeşitli iletişim biçimlerinin, en başta da konuşma dilinin gelişmesini sağlamıştır.
Bu şekliyle de konuşma dilinin üzerine içinde içine doğduğumuz dünyada simgelerin ve soyutlamaların yer aldığı büyük bir iletişim dünyası ortaya çıkmıştır.
Son tahlilde insan; dil yetisi ile anlam kazanan ve bu yeti sayesinde sosyalleşebilen, var olduğu çevreyi ve dünyayı dili kullanarak anlamlandırabilen bir varlıktır.
İnsan açısından bakınca, insanın dünyadaki yerini ve değerini koruyan en önemli unsur dildir.
Başka bir deyişle dil, insanın var olduğu dünyayı anlama ve anlatma aracıdır.
Ve evreni, toplumu ve insanı ve kendimizi tanımak istiyorsak dile / kültüre dikkat kesilmeliyiz.
Çünkü özelde insanın insan ile olan ilişkisinde sorunun da çözümünde kaynağı dilde saklı. Vesselam.