Başlığa çektiğimiz mübarek beyan bir Hadis-i Şerif mealidir…
Kavramlara bu bakış açısıyla bakıldığında, Müslümanlığın asgari şartının insan olmayı gerektirdiğini ve insaniliği bir adım öteye taşımak manasına geldiğini rahatlıkla ifade edebiliriz.
İnsan, iyilik yapmak potansiyeline sahip olduğu kadar kötülük yapmak potansiyeline de sahiptir.
İslâm, iyiye, doğruya ve güzele dair her ne varsa, tamamını ihtiva ettiği için, Müslüman da bu hususiyetleri hayata tatbik eden kişi, anlamına gelir tabiatıyla…
Bir Müslüman için iyiyi, doğruyu ve güzeli bulmak diye bir sorun yoktur. Olsa olsa, onları hayata tatbik edip edememe sorunu vardır.
Vahyi ve vahiyden beslenen bilgiyi, sadece dünyadaki hadiselerle ilgili değil, kâinattaki tüm gelişmelerde yegâne belirleyici unsur olarak kabul etmiş birisi için, başka bir düşünüş şekli de söz konusu olamaz.
Benim ‘mutlaklık’ atfettiğim bu evrensel hakikate birileri ‘dogma’ nitelemesiyle dudak bükebilir… Umurumda bile değil açıkçası…
‘Lekum dinikum veliyedin’, yani ‘sizin dininiz size, benim dinim bana’ kutsi beyanı da bunu anlatır zaten…
Bunları ifade ederken, melek olmaktan söz etmiyorum kuşkusuz, hatalarıyla ve kusurlarıyla birlikte bahsini ettiğim özne, insandan başkası değildir elbette.
Hata ve kusurla, bilerek, gözeterek ve kasten teşebbüs edilmiş ihanet yahut suç arasında ciddi bir mahiyet farkının olduğunun altını kalınca çizmek şartıyla tabii…
İşte İslâm insanını anlatan mübarek bir beyan:
Efendimize (S.A.V.) sormuşlar, ‘mü’min kimdir?’ diye.
Cevap muhteşemdir ve ‘iman edip salih ameller’ işleyen kimseler için tam bir yol haritası hükmündedir:
“İnsanların, elinden ve dilinden emin olduğu kimse!”
Evet, mü’min tam da bu formasyona sahip kişidir ve böyle olmak zorundadır, eğer mü’minlik vasfını önemsiyor ise…
Eleştirilerimizin de, iltifatlarımızın da referansı bu sözdür işte. Birileri üzerlerine alınsın diye şu mülahazayı yapmakta ısrar edeceğim!..
Bilirsiniz, yıllardan beridir, kendini bir şekilde İslâmîliğe nisbet etmiş bir takım insanlar üzerinden çeşitli spekülasyonlar ve polemikler yapılır.
Bunda, hiç kuşkusuz ki, aslında hiçbir İslâmî endişesi olmadığı halde saf ve gariban Müslümanların emeklerini sömürmek maksadıyla bu cenaha konuşlanmış tüccarların payı hayli büyüktür. Ama gelin görün ki, sırf İslâm’a muarız olmaklıkları nedeniyle bu tür spekülasyonların üzerine balıklama atlayan, hatta bazı netameli durumları kendileri üreten vicdansızların rolü de en az bir öncekiler kadar mühimdir.
Tam bir; ‘al birini vur ötekine!’ durumu.
Bir yanda ‘emin’lik vasfının birinci özelliği olması gerektiği halde, bırakın emin olmayı kelimenin tam manasıyla hırsız tıynetli ahlâksızlar, diğer yanda, her vesile ile İslâm’a olan gayzını ve kinini kusan ve hayatını bunun üzerine kurmuş olan vicdan kaçkınları…
Birinciler, İslâmî argümanları kendi ticaretleri ve menfaatleri doğrultusunda kullanmaktan hayâ etmeyenler güruhu, diğerleri, yaşadıkları lükse ve şatafata halel gelir endişesiyle İslâm’ı mümkün olduğunca hayatın dışına itmeye çalışan art niyetliler sürüsü…
Dikkat ettiyseniz başından beri bu iki cenahı birlikte zikretmeye hususi bir ihtimam gösterdim.
Neden mi?
Çünkü eğer bunlardan birisi olmazsa diğeri olmaz!
Bunlar, düşman kardeşlerdir ve ortak özellikleri ahlâksızlıktır!
Hırsızlığı, kapkaççılığı, dolandırıcılığı ve istismarı eleştirmenin kötü bir tarafı olabilir mi? Tabii ki, olamaz. Ama bunu söyleyen kişi aynı şeyleri bila tereddüt yapıyor, deveyi hamuduyla birlikte götürüyor ve üstüne üstlük tam bir yavuz hırsızlık örneği sergiliyorsa, ortada tüyler ürperten bir ahlâksızlığın olduğu da inkâr edilemeyecek bir gerçek olarak durur karşımızda.
Şimdi!
Müslümanlardan herhangi bir kimse, hangi sebeple ve hangi saikla olursa olsun, bu ahlâksızlıkları savunmayı aklından dahi geçirirse, bunu yapmadan önce, “zerre kadar hayrın da şerrin de kaybolmayacağı” o dehşetli hesap gününü hatırlasın… Eğer bir ürperti duymuyorsa, sorun yok, canının istediğini yapabilir demektir.
Yok, eğer elinden ve dilinden emin olunan kimselerden olmayı önemsiyorsa, bu evrensel hakikate muhalif olan gözü bile olsa, o gözü çıkarıp atmakta zerre kadar tereddüt göstermemelidir!
İslâm’ın benim zihin dünyamdaki karşılığı bu!..
Nihat NASIR