Siyasette liyakat, sıkça dile getirilen ama ne yazık ki fazla dikkate alınmayan bir kavram.
Günümüz de liyakat yerini itaate, itaat de yerini menfaate teslim etmiş, liyakatin yerinde yeller esiyor maalesef.
“Bu şunun adamı, o bunun adamı” gibi adamına göre maske takıp bukalemunluk yapanlar siyasette kıymet görüyorsa vah halimize.
Siyaset kurumu, göreve talip olanların liyakatine bakmalı ve bu göreve talip olanlarda kendi özelliklerini, yeteneklerini, kapasitelerini yani hadlerini bilmelidirler.
Haddini bilmek şartı ile herkesin her göreve talip olma hakkı vardır.
Ahbap-çavuş ilişkileri ile bazen öyle isimler, öyle makamlara atanıyor ki, bu kadarda olmaz diyor insanlar.
Emek verilmeden alınan hiçbir görevde başarılı olmak mümkün olamayacağı gibi, liyakat sahibi olmayan birine verilecek bir görev o kişi içinde bir yüktür aslında.
Siyasiler elbette emin oldukları insanlarla çalışmak isteyebilirler ve bu gereklidir de, liyakat esas alınırsa buna kimsenin itirazı olmaz.
Tanıdık, güvenilir, sadık ama hiçbir işten anlamayan, işinin ehli olmayan bir kişi ne kadar iyi niyetli olursa olsun çalıştığı kuruma zarar verecektir.
İçinde bulunduğu çevreyi, insanları yeterince tanımayan, sosyal ilişkileri sınırlı, insan odaklı düşünmeyen, demokrasiyi özümsememiş kişi, hangi meslekte ne kadar başarılı olursa olsun, temsil kabiliyeti gerektiren görevlerde aynı başarıyı gösteremeyebilir.
Bu yüzdendir ki, iyi doktor, iyi avukat, iyi mühendis, iyi mali müşavir veya iyi işadamı olmak tek başına siyasette başarıyı getirmiyor.
Milletvekilliği, belediye başkanlığı, İl Başkanlığı, ilçe Başkanlığı gibi görevler bir meslek değildir ancak bir meslek için gerekli olan teknik donanım ve eğitimden daha fazla donanım ve yeteneğe sahip temsil kabiliyeti olan iyi bir yönetici olmayı gerektirir.
O halde ’’ Liyakat’’ layık olanın göreve gelmesi, hakkı olanın makam edinmesidir.
Liyakat o kadar önemlidir ki bir ülke liyakat ile kalkınır ve liyakat olmazsa çöker.
Huzur, istikrar ve güzel bir gelecek istiyorsak liyakatı esas almalıyız, buna mecburuz.