Bu kahraman milletin 15 Temmuz’da yazdığı destan, masalları ve efsaneleri acze düşüren ve bir anlamda onları ikinci sınıf metinler haline getiren bir direniş şahikasıdır!
Şu bir gerçek ki, eğer elimizde görsel materyaller, videolar, fotoğraflar, sesler olmasa, gelecek nesillerin, 15 Temmuz direnişini bir masal ve efsane vasfıyla değerlendirmesi herhalde ki, kaçınılmaz olacaktı.
Halkların birçok devrime imza attığı bilinen bir gerçek…
Fransız İhtilali, Bolşevik İhtilali ve İran Devrimi, bu kabil inkilabatın özgün örneklerinden başta gelenleri…
Bu devrimlerde halk, statükoyu sallamış, kan ve can pahasına o günün iktidarlarını tepetaklak etmişti.
15 Temmuz, şekli planda bunlardan hiç biriyle benzeşmiyordu. Zira ilk kez, halkın iktidarına yönelen bir kalkışma yine halkın direnişiyle karşılaşıyordu.
Bu direnişi benzersiz kılan, şüphesiz ki, sadece bu yönü değildi.
Halk, kendi iktidarına sahip çıkmak adına sokaklara çıkarken esasen küresel güç odaklarıyla da aleni bir savaş içerisine girmişti.
Yani bu direniş, uluslararası şer odaklarının, diğer bir deyişle emperyalist güçlerin, bütün farklılıklarını bir kenara koyarak ittifak etmesi sonucunda, kurmak istedikleri düzeni yıkan, altüst eden bir mahiyet arz ediyordu.
İşte bu yönüyle de 15 Temmuz direnişi emsalsizdi, benzersizdi.
Halk, sadece görünen yıkım güçlerini değil, bunların asıl destekçisi olan perde gerisindeki ahlaksızlık konsorsiyumunu da yenmişti.
Bu direnişi benzersiz kılan mühim unsurlardan birisi de, silaha karşı salt çıplak elin zaferi olmasıydı.
Bayrak sopalarını, tankların egzoz borularına tıkanan kazakları, levyeleri saymazsak eğer, silah olarak addedilebilecek maddi bir nesne en küçük bir şekilde dahi rol almadı.
Savaş uçakları, tanklar, helikopterler, irili ufaklı, kısa-uzun menzilli tüfekler, bombalar ve daha bir sürü ölüm makinaları, sadece ve sadece çıplak elle etkisiz hale getirildi.
İnsanlar, vücutlarını tanklara, kurşunlara ve bombalara siper ederek, durdurdular meşum ve menfur bir kalkışmayı.
F16 uçağına levye fırlatarak, tarlalarındaki ekinlerini yakmak suretiyle uçakların görüş alanını kapatarak ve yine araçlarını, iş makinalarını uçak pistlerine sıralayarak, düşman uçaklarını iş göremez hale getirerek durdurdular o meşum ve menfur kalkışmayı.
Tanklara ve uçaklara eliyle “gel gel” diyen, yağdırılan kurşunların üzerine zerre kadar korkmadan yürüyen, patlayan bombalardan kaçmak yerine sesin geldiği tarafa koşarak giden mübarek insanlar, bütün dünyanın şaşkın bakışları arasında durdurdular o meşum ve menfur kalkışmayı.
Bütün dünya öyle sanıyordu ki, olup biten bu akıllara durgunluk veren hadiseler, sadece filmlerde ve romanlarda olur…
Hatta filmlerde ve romanlarda bile bu denli sofistike bir kurgu olmazdı.
En azından filmin yahut roman kahramanlarının elinde karşı tarafı acze düşürecek silah yahut imkânlar bulunur ve bu vesile ile izleyicinin muhakeme idraki bir mantık üzre motive edilir…
Oysa bu şanlı direnişte bahsi edilen unsurlar da yoktu.
Şu bir gerçek ki, eğer elimizde görsel materyaller, videolar, fotoğraflar, sesler olmasa, gelecek nesillerin, 15 Temmuz direnişini bir masal ve efsane vasfıyla değerlendirmesi herhalde ki, kaçınılmaz olacaktı.
Rasyonaliteyi böylesine altüst eden bir hadiseydi 15 Temmuz direnişi ve kelimenin tam manasıyla alnından öpülesi bir Ahlak İsyanı idi.
15 Temmuz Ahlak İsyanı, masalları ve efsaneleri acze düşüren ve bir anlamda onları ikinci sınıf metinler haline getiren bir mücadelenin ta kendisiydi.
Peki, böylesine sıra dışı bir hadisenin gerçekleşmesini sağlayan temel motivasyon unsuru neydi?
İnsanları, gözlerini kırpmadan tankların üzerine sevk eden, kurşun yağmuruna aldırış etmeksizin gerçekleştirmek istediği amacına koşturan şey ne olabilirdi ki?
İnsanın, canından daha tatlı ne vardı?
Bundan birkaç yıl önce, yine şer güçler ve uluslararası ihanet konsorsiyumu tarafından organize edilen bir kalkışma denemesinde kullanılan figüranlar, birbirleriyle şöyle iletişim kurarlardı.
“X noktasında polis biber gazı kullanıyor kaçın!”
Yahut; “Y noktasında tomalar su sıkıyor, kaçın!”
15 Temmuz şanlı direnişindeki haberleşme ise aynen şöyleydi.
“Çengelköy’de halkın üzerine ateş açıyorlar, koşun!”
Evet, aslında bu son cümle bile 15 Temmuz şanlı direnişinin nasıl harikulade bir “ahlak” temeli üzerinde yükseldiğini kanıtlamaya yeter de artar…
Bu iki anons arasındaki fark, esasen yukarıda sorduğumuz sorulardan birinde işaret edilen “temel motivasyon unsurunun” ne olduğu sorusunun da cevabının içermektedir.
O halde sorulara kaldığımız yerden devam edelim.
İnsanların, apaçık bir biçimde, tıpkı çelik çomak oynar gibi ölümle oynamasını sağlayan şey ne idi?
Nasıl bir adanmışlıktı bu?
Nasıl bir korkusuzluk?..
15 Temmuz şanlı direnişine dair, bir anlamda tarihe tanıklı edebilmek adına, kaleme alınmış bütün yazıları okumaya çalıştım.
Elbette ki, hepsini görebilmem mümkün olamazdı. Ama genel olarak şunu söyleyebilirim.
Meseleyi özü itibariyle kavramış kimseler, hadisenin fevkaladeliğine atıfla birlikte 15 Temmuz’daki direnişin muhteşem bir duruş olduğu ve saygıdeğer bir asalet taşıdığı hususunda hemfikirler.
Bahse konu duruş öylesine asildi ki, içten içe darbe yanlısı olanlar dahi, bunu görmezden gelemedi yahut olumsuz yaklaşımlar serdedemediler. Yapabildikleri tek şey yutkunmak oldu.
Bütün bu değerlendirmeleri yakından izlerken şu husus dikkatimi çekti.
Direnişi, bütünüyle manevi yönleriyle ele alan ve İslâm’ın hayat verdiği, “şehitlik, şehadet” mefkûresine atıfta bulunan kimseler bile benim önemli addettiğim bir hususu es geçmişlerdi adeta.
Peki, neydi bu es geçilen husus?
Soruyu cevaplamadan önce bütün bu olup bitenleri bir kez daha ve özetle tespit etmek gerek kanaatimce.
Üzerinde duracağımız en mühim tespit, hiç şüphesiz ki, yaşananların/yaşadıklarımızın rasyonel gerçekliklerle katiyen uyuşmuyor olmasıydı. Zaten bu nedenledir ki, meseleyi bir türlü kavrayamayan seküler zihinler, “kurgu” gibi kendi iddialarıyla da çelişik bir ithamda bulundular.
Kendi iddialarıyla çelişikti zira ortada 251 Şehit, binlerce yaralı ve trilyonlarca lira tutarındaki maddi hasar vardı. Bunların her biri dibine kadar somuttu ve somuttan başka bir şeye iman etmeyenler açısından bu durum, kelimenin tam manasıyla açmazdı.
Bir diğer mühim tespit, kalkışmanın, yazının başında altını çizdiğimiz ve bu yönüyle de şanlı direnişi biricik kılan, “çıplak elle” bertaraf edilmiş olmasıdır.
İşte bendenizin “es geçildiğini” düşündüğüm husus tam bu noktada anlamını bulmakta ve bana göre taşlar, bu izah vesilesiyle yerli yerine oturmaktadır.
Aziz Kur’an’da Allah, peygamberine hitaben; “Andolsun, sizler güçsüz olduğunuz halde Allah size Bedir'de yardım etmişti. Allah'tan sakının ki, O'na şükretmiş olasınız. - O zaman sen müminlere: ‘Rabbinizin size, indirilmiş üç bin melek ile yardım etmesi size yetmez mi?’ diyordun.” (Al-i İmran, 123-124) diye buyurarak, apaçık bir biçimde zorluk zamanlarında meleklerin imdada gönderildiği beyan edilmiştir.
Bu hususta başka ayetlerin de bulunduğunu hatırlatarak sadede gelelim.
Kur’an’ın açık bir biçimde ifade buyurduğu bu hakikatti, kanaat-i acizanemce “es geçilen” husus.
Biz, iman edenler olarak yine Kur’an’ın varlığına kesinlikle inanmamızı istediği “Meleklerin” tarih boyunca ve gerektiği zaman, mütemadiyen bu türden yardımlarda görevlendirildiğini de gözden ırak tutamayız.
Öyle ya, Bedir’deki kahramanların imdadına koşan mezkûr melekler, emekli mi oldular ki, bu mühim noktayı gözden ırak edelim?
Meseleye bu veçhesiyle baktığımızda, şunları söylememiz pekâlâ kabil olacaktır.
O gece melekler, Türkiye semalarından arza nüzul ettiler ve direniş kararı alan insanların aralarına katıldılar.
Sahip oldukları nurani vasıfları nedeniyle etraflarını tenvir ederlerken, bizlerin göremediği elleriyle zalimlere karşı tavır alan civanmertlerin sırtlarını sıvazladılar ve onların kalplerine inşirah zerk ettiler.
Bu vesile ile daha düne kadar, “sıradan” kabul edilen insanlar, bir anda tarih yazan kahramanlara dönüşüverdiler.
F16’ya levye fırlatan adam, kalbine salınan bu inşirah nedeniyle sonuç alabileceğini düşünüyordu.
Kazan’da, uçakların görüş mesafesi kapansın diye ekinlerini yakan fazilet timsali amca, meleklerin alkışları arasında çakmağını çakıyordu.
Tanklı, tüfekli bir bölük askerin karşısına çıkan yiğit hanımefendi, hiç şüpheniz olmasın ki, işte o meleklerle kol kola yürümüştü, zalimlerin üzerine.
“Filan yer kurşunlanıyor, bombalanıyor, koşun!” diye ünleyen “delikanlılar”, meleklerden aldıkları müjdeyi tekrar ediyorlardı aslında.
Tankların, tüfeklerin, bombaların, yağan kurşun yağmurlarının üzerine üzerine koşuşturan kahramanların arkasında, işte o melekler vardı!
Sadece bunları yapmakla kalmadı melekler…
Uluslararası şer şebekesinin piyonlarının kalplerine kasvet, korku, panik de salıyorlardı biteviye… Basiretlerini bağlıyor, burunlarının ucunu dahi görmelerine engel oluyorlardı.
Gelişmeleri, televizyonlardan yahut başka haberleşme araçlarından izleyen darbenin sponsorlarının, akli meleklerini meflûç ediyor, en az bir hafta hiçbir şey söyleyemeden bön bön bakmalarını sağlıyorlardı.
Beynelmilel bir tezgâhın çarklarına çomak sokmuşlardı da somuttan başka bir şeye iman etmeyenler öylece kalakalmışlardı.
Böyleydi işte.
Modern dünyanın gözleri önünde, rasyonaliteyi altüst eden bu muhteşem hadisenin, elbette ki, “irrasyonel” bir izahı olmalıydı ve yukarıda da ifade etiğim üzere kanaat-ı acizanemce, yegâne izah yolu buydu.
Bu durum, olağanüstü bir direniş sergileyerek kahramanlaşan insanların pozisyonunu olumsuz yönde etkilemek bir yana ve bilakis, onları tarihe geçiren bir mahiyet arz ediyor elbette. Direnişin “şanlı” ve “kutlu” olması da tam da bu yüzdendir zaten.
Sadece kendilerinin değil, sadece yoldaşları olan bizlerin de değil, bu ülke insanının manevi değerlerine acımasızca düşman olanların da geleceklerini/geleceğimizi biiznillah, karanlıktan kurtaran bu kahramanlara saygı ve minnetlerimizi bildiriyoruz.
Tarihin, hayretle, minnetle ve saygı ile anacağı muhteşem ve şanlı bir ‘Ahlak İsyanı’nı ete kemiğe büründürenlere selam olsun…