Türkiye’de son dönemlerde gündem ekonomi olmaya devam ediyor. Açıkçası sadece Türkiye’de değil ticaret savaşları, güven ortamının kaybolması, yatırımcıların güvenli liman arama eğilimleri, belirsizlikler dünyada da ekonominin konuşulmasını gündem oluşturmasını sağlıyor.
Bizde ki ekonomi gündemine gelince, 2018 yılında yaşadığımız kur şokuyla birlikte ekonomimizde bazı fay hatlarının kırılması firmaların ve hane halklarının hazırlıksız yakalanmasına neden oldu. Kurun yüksek olması hammadde ve yarı mamulü dışarıdan alıp içeride üreterek iç pazara satan Türk imalat sanayisini durgunluğa ittiğini, maliyetlerin arttığını ve bunun sonucunda da nihai ürünlere gelen zamlarla enflasyon rakamlarının yükseldiğine şahit olmuştuk. Tabi ki bu durumun etkileri; faizlere, hazinenin nakit dengesine de etkileri olmuş para politikamızı da etkilemişti. Özellikle döviz borcu olan özel sektörün felç olmasına, istihdam kayıplarına da neden olmuştu.
Bugün baktığımızda özel sektörün borç problemi devam etmekle birlikte, bankaların risk ortamından dolayı kredi açamadığını, kaynak bulma konusunda sıkıntılıların yaşandığı şirketlerin kredi ve ödeme yükümlülüklerini yerine getiremediğini açıkça görebiliyoruz. Bu da bankalardaki sorunlu kredilerin yüzde 5’lere gelmesine sebep oluyor ki kredi muslukları açılmazsa bu oran artacak gibi gözüküyor. Faizlerin yüksek olmasından dolayı da kredi alabilen kısmen kredilere ulaşabilen firmaların büyük bir bölümünün bu krediyi yatırım için değil borçlarını kapatarak faaliyetlerini sürdürmek için kullandıkları aşikar. Çünkü bu faizlerle yatırım yapmak mümkün değil. Şuan ki yüksek faiz oranlarıyla borç alıp yatırım yapan bir şirketin yatırım getirisi borçlanma maliyetinden yüksek olamaz. Böyle bir yatırım getirisi maalesef yok.
Enflasyonun düşmesiyle birlikte bir nebze de olsa faizlerin düşme olasılığı oluşmuş durumda bu anlamda, TCMB’nin 25 Temmuz’da yapacağı toplantı merakla bekleniyor. Ancak ABD’nin Türkiye ile tasarruflarının 30 Temmuz’da belli olması bekleniyor. G-20 Osaka Zirvesi’nden sonra oluşan iyimserlikten sonra, kurun hem faizler hem de enflasyon üzerinde ki etkileri göz önüne alındığında Merkez Bankası faizleri sabit tutup ABD’nin tasarruflarını bekleyebilir.
Bir diğer konu ise piyasaların beklediği ekonomi ve yargı reformları… Tabi ki bunların yanında eğitim reformunu da… Bizim yeniden Türkiye olarak bir hikâye oluşturmamız şart! Özellikle eğitimin ezbercilikten çıkarılarak analitik düşünce çerçevesine oturtulması, bilime dayalı 21. Yüzyıl eğitimi ile girişimcilik, yabancı dil eğitimiyle yabancı ülkelerle inovasyon sağlayacak bireyler yetiştirmek zorunda olduğumuz açık. Çünkü ülkemizde hem katma değerli üretim hem de yüksek ihracat şart. Dış dünyayla rekabet edebilen reel sektörler oluşturmaya ihtiyacımız var. Bu konular elbette uzun vadede getirisi oluşacak, meyvelerini daha sonra toplayacağımız reformlar. Ülkemizin bu konularla ilgili yeterli beşeri sermayesi, insan gücü ve iş yapma potansiyeli var. Yeter ki biz enerjimizi doğru yerlere harcayalım. Bizi başarıya götürecek neticeler gerekli özen ve sabır gösterildiği takdirde; kısa vadeli bakış açısıyla değil, uzun vadeli bakış açısıyla oluşacaktır.
BİZ BUNLARI BAŞARABİLİRSEK NE OLUR?
*İhracatla döviz bollaşır.
*Vatandaşın geliri iyi olursa çok tasarruf eder.
*Çok yatırımla, çok üretim ve düşük enflasyon olur.
*Düşük enflasyon ve verimlilik; tekrar düşük faiz ve çok üretim yani büyüme demektir.
Bu büyüme modeliyle de cari açık vermeden Türkiye’nin potansiyel büyümesi yüzde 5 ise bugün bu oranın üzerinde cari açık vermeden ülkemizi sürdürülebilir büyüme modeliyle büyütmüş oluruz.
Dünyanın sorunlarının bu kadar acil olduğu bir ortamda sadece ekonomi de değil tüm sorunlarımızın en kısa sürede çözülmesini temenni ederim. Üstlerinde fazlasıyla yük bulunan ve bunu başarıyla yapan başta ihracatçılarımız, turizm sektörü ve ekonomiye katma değer sağlayan diğer tüm sektörlere ve paydaşlarına bol ve hayırlı kazançlar…